Gösteri ve Yarına İlişkin Notlar / 1998
Önce, gösteri sözcüğünün yarattığı çağrışımlardan yola
çıkarak düşünmeye başlıyorum.
Gösterilmekte olan her şey gösteri değildir. Göstermek,
gösteriye dahildir, hepsi bu.
Gösterilen şeyin tek başına gösteri olabilmesi de mümkündür
öte yandan. Bunun böyle olup olmadığını tarihten önce, izleyici onaylar.
Alışkanlıklarının kurbanı izleyiciye,
yanıldığını gösterecek olan ise zamandır.
Göstermek, yalnızca gözle ilişkili gibi durur, oysa gösteri
tüm duyulara davetiye çıkarır. Sessizliğin sesi, hareketin durağanlığı
gösterinin başarısını belirler. 'Şey', kendiyle ve/veya tersiyle, karşıtıyla
anlam kazanır.
Gösteri, göstermekten, kavramsal olarak da bir adım öndedir.
Öyle ki, 1+1'in 3 (hatta 4) olduğu bir sonuçtur gösteri.
Gösteri, hayata müdahaledir. Anlama ve kavramayla başlayıp,
anlatma ve kavratmayla sürer, bir anti-tez oluşturur. Bu hayata müdahale
değildir de nedir?
Fotoğraflarımızı, bir zemine yansıtarak yaptığımız sunuma,
dilimize yerleşen biçimiyle, saydam gösterisi-dia gösterisi deyişimiz de boşuna
değildir. Saydam göstermek ile gösteri yapmak arasındaki fark, sözcükler
düzeyinde bile belirgindir.
Gösteride gösteren ile gösterilen arasındaki ilinti,
göstergenin oluşumundaki iki büyük etkendir. Saydam gösterisi de, anlatılmak
istenen şeyin, bir anlamda kendisidir, bir göstergedir.
Saydam gösterisi, bir fikir ve duygu bütünüdür. Bütünün
izleyiciye aktarılışıdır, en azından bunun denenmesidir. Deneme olarak
bakıldığında, sınırlarının olmadığı da kolayca görülür. Sınırsızlık, fotoğrafın
kapsayamayacağı kadar geniştir. ('Geniş' bile 'sınırlı'dır) Böyle olunca,
saydam gösterisinde fotoğraf yalnızca temel bir unsur olarak yerini alır. Bu
enginliği kavramaya çalışmak, 'yol'unu arayan için, şaşırtıcı sapakları olan keyifli
bir labirentte yürümeye benzer. Gözardı edilemeyecek bir emek, gönüllü çekilen
bir çiledir.
Gösterinin, gösteren ve gösterilen dışındaki üçüncü ayağı,
izleyendir elbette. İzleyen, gösterinin ne olduğu bilmek, hissetmek
durumundadır. Yağmurdan kaçılıp sığınılan bir saçak altı değildir saydam
gösterisi. Her gösteriyi izleyenin ödemesi gereken bedeller olduğu gibi, saydam
gösterisi izleyicisinin de ödemek durumunda olduğu bedeller vardır.
Anlam
çıkarmak, ilk ve öncelikli bedeldir. Newage'in akıcılığından medet ummadan,
fotoğrafların renklerinde yitip gitmeden, anlamak zorundadır gösterileni ve
elbette gösterini. Gösterinin, hazırlanması ve sunulması kadar izlenmesinin de
emek istediğini unutmadan girilmelidir izleyici salona. Ancak böyle olursa,
ışıklar yandığında başka bir dünyaya açılabilecektir kapılar. Tersi durumda,
yağmur dindiğinde yürümeye devam edilecek sokaklar, caddeler hep aynıdır.
Geleceksizdir.
Saydam gösterisinin, gösteren ve izleyen için maddi bir
karşılığı da vardır kuşkusuz. Üretim ve sunum aşamasında harcanan enerji, zaman
ve malzemenin yeniden üretime döndürülebilmesi için bir parasal bir döngünün
kurulması gerekir. Bu döngü, bu aşamada izleyicinin ödeyeceği izleme bedeli ile
kurulabilir. Bu kırıcı somut durum ütopyalarla çelişse de, günümüzün trajedisi
olarak bir gerçekliktir. Piyasasız ve sektörsüz sanatın düşünün topyekün
kurulmadığı bu dünyada, saydam gösterilerinin de, tıpkı sinema gibi, tıpkı
tiyatro gibi, tıpkı müzik gibi, tıpkı heykel gibi, tıpkı resim gibi, tıpkı
edebiyat gibi 'gişe'si olacaktır. Bu düşünceyle yarına ulaşılabilir mi? Bu da can yakıcı başka bir soru... Yanıtı
buluncaya kadar çaresizliğimizi yüzümüze vuracak bir soru!
Yorumlar
Yorum Gönder