Fotoğrafımızda 2000 Sorunu / 2000

Dijital kıyameti hafif hasarla atlattığımız için, tüm ulusumuza geçmiş olsun dileklerimi, öncelikle iletmek istiyorum. Sistemleri zarar gören vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum(!)

Peki, biz fotoğrafçıları bekleyen tehlikenin farkında mıyız?

Bir süredir tartışmaya açılmış olan bir konudan bahsediyorum aslında. Dolayısıyla farkındalık yüzdesi de -umarım ki- her geçen gün artıyordur.

Populer bir söylemle, şaka yollu yaptığım giriş, kuşkusuz bazı gerçek endişelerin abartıyla dile getirilmesinden başka bir şey değil.

Geride bıraktığımız yüzyılın son çeyreğinde, fotoğrafta anlam sorunu ve Türkiye fotoğrafının kimliği üzerine yoğun tartışmalar yaşanmış, bu tartışmaların çevresinde kutuplaşmalar da oluşmuştu. Gelinen nokta itibariyle, küllenmeye yüztutmuş bu tartışmanın alevlendirilmesi zaruretini hissediyorum.

Görsel bombardımanın her geçen gün ivme kazanmasıyla birlikte, görsel sanatlarla uğraşanların, bu kaos ortamında yerlerini iyice ‘bellemeleri’ gerektiği kanısındayım. Üretimdeki niceliksel artış, enflasyonist politikaların gündeme gelmesini kaçınılmaz kıldı. Sanatsal değer kaybının, başka bir düzlemde rant oluşturması biçiminde açıklayabileceğim ‘enflasyonist politika’, elbetteki reel ekonomi-politikteki gibi bilinç ürünü değil. Ama sonuçsal bir ürün olduğu da aşikar.

Hegelci estetik yorumları, kapitalist üretim ilişkilerinin koruyucu kanatları altında, sanatsal üretimi, tüketime endekslediği için tehlike çanları da duyulmaya başladı. Hazza dönük bezemeci, güzeli asli kılan, özden -tinden- yoksun, bu yönüyle de oryantalist bakış açılarının dışına çıkamayan -çıkmayı isteyip istemediği de ayrı bir sorun olan- sanatsal üretimin fotoğraf kolu, 2000’lere koskocaman bir ur ile girdi.

Sosyo-politik yapısı ve konumlanışıyla, yerkabuğundaki fay hatlarının yarattığı riskten çok daha büyük riskleri taşıyan Türkiye, sorunlarının çözümünü bir yandan dinsel yapılanmada, bir yandan da global dünyanın Avrupa şubesinde ararken, öz’e dayanan kimliğini ortaya koymakta güçlük çekiyor. Genelde, sanatsal ortamın bundan bağımsız değerlendirilemeyeceği de bir gerçek olduğuna göre, özelde fotoğrafın kimlik sorununun büyüklüğü de kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu sorunun yanıt arayışlarında, yukarıda değindiğim güzeli yücelten ve tüketim kültürünün nüvelerini hücrelerine kadar özümsemiş yaklaşımların, Türkiye fotoğrafının kimliğine bir katkısı olamayacağını söylemek son derece mümkün. Konar-göçer ecdadın mirasıyla yetişen nesillerin, yerleşik kültür birikimine ulaşmadaki telaşsızlığı da yukarıdaki savla birleşince, geleceğe dönen gözlerimizin önünde kalın bir sis perdesi oluşturmuyor mu? Bu büyülü gibi görünen; formları, içlerinde ve ardlarında gizli olanı gizleyerek sergileyen, görüş mesafesini son derece daraltan sis perdesinin aralanması ve dağıtılması gerekmiyor mu?
İçi boşaltılmış formların estetiği, anlam ve dönüştürücülük hedefini ortadan kaldırdığı gibi, çeşitliliği ve tartışmayı da -bunlar birer safraymış gibi- kaldırıp atıyor.
(“Tablo gibi fotoğraf” genel söyleminde değer bulan ‘işler’, yarattıkları değerle resmi de rencide ediyorlar ki, bu da ayrı bir konu...)

Gelelim sadet faslına...

Türkiye fotoğrafının kendini tanımlayacağı ve kimliğini arayacağı yer, içinden çıktığı toplumun sorunlarından arınmış bir yer olamaz. Sanatsal ve belgesel fotoğraf üretimlerinde fotoğrafçı, kendini bir süsleme ustası olarak görme saplantısından ve kolaycılığından kurtarmak durumundadır. Tartışmanın tarafları, “ben bunu üretiyorum, öteki de kendi bildiğince üretsin.” kolaycılığına sığınamayacak kadar sorumluluk altındadır. Bu kolaycı yaklaşımların, ‘renklilik, çok seslilikle’ açıklanması ise kalelerin korunma çabasından başka bir şey değildir.


Girdiğimiz yeni yüzyıl, tüm değerler sistemine karşı girişilen atağın ‘şah!’ diyeceği bir yüzyıl olacak. Milliyetçi-muhafazakar yaklaşımları da dışlayan, insanı, doğayı ve topyekün hayatı asli kılan hamleyi yapmak için geç kalınmak üzere. “Fotoğrafımızda 2000 Sorunu” derken kastettiğim tam olarak buydu işte...

Yücel Tunca/2000

Yorumlar

Çok Okunanlar