Görüntünün Hareketi-Hareketli Görüntü (Harekette Bereket Üzerine...)
Karşındaki görüntülerle baş başasın. Sana anlatılmaya çalışılan bir hikaye var. Algıların açık. Yaşam sürecinde biriktirdiklerin ile görüntüler arasında bağlar kuruyorsun. Anlatılanın karşılığı zihninde hızla oluşuyor. İçsel-dışsal tepkiler veriyorsun görüntüler karşısında.
Zamana
endekslenmiş akışkan yaşamın imgeleri, sana izlettirilen imgelerle bir tür
tetris oyunu oynuyor. Örtüşmelerin oranı algı düzeyinle yakından ilintili. Ya
birebir örtüşme, ya da boşluklar... Bütün çaba anlatılanın algılanması ve
anlamlandırılması yönünde.
Görüntüler durağan ve tek tek... Görüntüler akışkan ve bir
izlek dahilinde... Görüntüler tek tek ve bir izlek dahilinde... Görüntüler tek
tek ve bir izlek dahilinde birbirinin peşi sıra... Görüntüler tek tek,
izleksiz...
Fotoğrafçı, akışkan hayatın içinden durağan imgeler
üretiyor, seçip ayırıyor. Tek tek... Fotoğrafın başında durup kalıyorsun.
Durağan görüntü, imgeleminde karşılığını arıyor. Hiç de durağan olmayan
çağrışımlar silsilesiyle anlama doğru hızla yol alıyorsun. Bellek, duyguları da
yedekleyip seni sonuca doğru itiyor. Durağan dediğin o görüntü, metaforların
içinde sürüklüyor beynini. Bu, gazete, dergi, afiş ya da bir sergideki
fotoğraf. Tek fotoğraf. Fotoğrafın gücü! Hatırla: Che yaşıyor!
Hikayelere alışıksın. Giriş, gelişme ve sonuç... Fotoğrafçı,
hikayeyi anlatıyor. Bir dizi fotoğraf. Konuşma balonlarının uygun yerlere
yerleştirildiği, belli bir izleği takip eden görüntüler. Durağan görüntülerin,
beyine havale edilen akışkanlığı. Hikayelere alışkınsın ya, esas kız ile oğlan
kare kare arzı endam eyliyor gözlerinin önünde. Sonunu merak ediyorsun.
Sayfaları çeviriyorsun ya da projeksiyon makinesi çalışıyor... Fotoromanın
hafif lezzeti! Senin hiç baban öldü mü, böyle 'bir günün hikayesi' var mı
anlatacağın?
Fotoğrafçı, akışkan hayatın içinden ürettiği durağan
görüntüleri arka arkaya seriyor gözlerinin önüne. Tek tek görüntülerin izleği
yok. Başka başka zaman dilimlerinin, farklı meridyenlerin görüntüleri...
Fotoğrafçı seni oradan oraya sıçratıyor. Birbirinden bağımsız tadlar. Hepsinden
biraz biraz... Pano ya da duvardaki bir sonraki görüntüye geçiyorsun ya da
projeksiyon makinesi çalışıyor! Safranbolu'da zaman, Prag'da zaman...
Fotoğrafçı, akışkan hayatın içinden ürettiiği durağan
görüntüleri arka arkaya seriyor gözlerinin önüne. Fotoğrafçının anlatmak
istediği bir hikayesi var. Birbirinden bağımsız gibi duran durağan görüntülerin
bileşkesi, bir imgesel bütünlüğe doğru ilerliyor. Açık algın, belki de bir
müzik veya ses ile iyice tahrik ediliyor. Projeksiyon makinesi çalışıyor.
Perdenin gerisinde belki bir kıpırtı... Belki perdenin dışında, bir duvarda
aniden oluşuveren başka bir görüntü. Algılarını iyiyden iyiye açan bir koku
belki... Tek tek fotoğrafların yamacında, fotoğrafın gücüne eklemlenen diğer
güçler: Ses, koku, hareket ve... Saydam gösterisinin, durağan görüntü ve
akışkan -ve de çeşitlenebilir- anlatım karşıtlığının sentezinden elde ettiği
güç! Geçmiş zaman düşleri gördüğünüz olmadı mı hiç?
Sinemacı, akışkan hayatın içinden seçip aldığı hikayeleri
görsel-işitsel imgelere dönüştürüyor. Anlatmak istediği hikayeyi, sanki 'senin
hayatın'mış gibi yaparak, senin öykünmene dönüştürerek, empati duygunu
kaşıyarak anlatıyor. Akışkan görüntülerin imgesi, yaşayageldiğin hayattakilere
ne kadar da benziyor! Er Ryan'ı kim kurtarmak istemez ki?
Anlatılmak ya da gösterilmek istenenin seninle hangi yöntem
aracılığı ile buluşturulduğu ne kadar önemli? Aracı mı kutsuyorsun, yoksa
önemli olan anlatılan mı? Yoksa gelenekleri ve alışkanlıkları mı koruyorsun?
Oysa hayat aslında hep dünü ve bugünü yeniden anlamlandırma ve geleceği bugüne
çağırma telaşından ibaret değil mi?
Tiyatrocu, sahnesinde durağan görüntüyü de akan görüntüyü
de, beden ve sesinin yanıbaşına çağırdığında, ressam boyalarının arasına
durağan görüntüleri yerleştirdiğinde, sinemacı akıp giden bir görüntüyü aniden
donduruverdiğinde çıtın çıkmazken, neden fotoğrafın durağan imgeleri hareket
kazanmaya başladığında rahatsızlık hissediyorsun? Neden fotoroman okumaya
bayıldığın halde -ki senin için Star adında bir gazete çıkıyor!- perdeye
yansıyan saydam fotoromanlara tepki gösteriyorsun? Video kameralarla çekilebilen
fotoğrafların çağı başlamışken, fotoğraf makineleriyle çekilen film gibiler
seni neden huzursuz ediyor?
Fotoğraf makinesi ve ortaya çıkan plastik materyalin bir
araç olduğu konusunda uzlaşalım dilersen. Bu uzlaşmadan sonra estetik
tartışmasına geçebiliriz sanırım. Gereksinim duyduğumuz tartışma bu değil mi
yoksa? Anlatım gücünün sınırlarını ardına kadar açan yeni olanakların
bileşkesinden akan ab-ı hayat, anlatıcıyı özgürleştirmeyi hedefliyor, başka hiç
bir art niyeti yok inan ki! Anlatıcının fotoğraf makinesi ya da video kamera,
bilgisayar ya da kalem kullanıyor olması neyi değiştirir ki? Güç, araçta değil
neyse ki! Güç, halen ve her zaman anlatıcıda. İster tek araç kullansın, ister
güçlerin bileşkesini... Tersi olsaydı eğer Sinan Çetin'in başı arş-ı alaya
değer, O. Cem Çetin'in yüzü de yerden kalkmazdı herhalde.
Yücel Tunca/1998
Yorumlar
Yorum Gönder