Belgesel Fotoğraf Politiktir / 2019
Çamlıca-İstanbul / 2015 (F: Yücel Tunca) |
Yoksul insanlara şimdilik terk edilmiş mahallelerdeki kapı önü sohbetlerinde görünür hale gelen sıcak komşuluk ilişkileri nostaljik bir sempati mi taşır yoksa yoksulluğu, neden-sonuç ilişkisini belirsizleştiren bir perdenin arkasına mı saklar? Tandır ateşinde ekmek pişiren kadına doğru dumanların arasından süzülen ışık ona kutsallık mı katar yoksa ışığın büyüsü köleliği görünmez mi kılmaktadır?Bir spor müsabakasına hazırlanan çocuğun kendisine aşılanmış heyecanla al al olmuş yüzünün güzelliği, vahşi bir yarışma dünyası için yetiştiriliyor olmasını unutturuyor olabilir mi?Seks işçilerinin yoksulluğu kader midir?Mültecilere, sığınmacılara acımak mı göçü anlamak mıdır dönüştürücü olan?Kadın hep güzel, hep ana ve eril toplum tarafından çizilen sınırlar içinde bazı noktalarda güçlü müdür?Çingeneler her zaman rengarenk, neşeli ve büyülü bir gerçeklik içinde mi yaşamaktadır?Kentleri dönüştürmek üzerinden elde edilen rantın mağdurlar dışında tarafı yok mudur?
Temel bir
meseleden başlayalım:
Bir ifade aracı
kullanarak kendini ifade etmeye yönelen birey düşünsel, eylemsel dayanaklarını
nereden alıyor?
Sözcüklerle,
seslerle, çizgilerle, bedenle ve kayıt altına alınan görüntülerle kendini ifade
etme çabasının arkasında, bilinci oluşturan devasa toplumsal çarkların
çalıştığını biliyoruz. Modern toplum karmaşıklaştıkça zevklerde, ilgilerde ve
kanaatlerde büyük farklılaşmalar ortaya çıkıyor. Geleneksel ve durağan yapılar
yerine yenilikçi, ilerlemeci, dönüşümden yana, yani modernitenin bayrağını
taşıyan zihinsel yapılar kendini gösteriyor ve bireyde farklı bilinç yapıları
oluşuyor. Bu atomik bilinç alanları ise toplumsal kurgunun kaygan zemininde bir
organizma olarak hayatta kalma güdüsüyle savrulmaya son derece müsait halde
duruyor. Savrulmalar çoğunlukla aile, arkadaş çevresi, siyasi yapılanmalar,
kültür ve sanat camiaları, spor eksenli gruplar vb aidiyet alanları içinde
yumuşatılarak daha az sarsıntılı hale getiriliyor. Bu sayede birey bilincindeki
yarılmaların ayrımına tam olarak varamıyor ve belki de böylelikle içine düştüğü
şizofrenik bölünmenin kâbusunda kaybolup gitmiyor. Şizofreni, toplumsal bir
ortak paydaya dönüşüyor. (Hümanist,
homofobik, çevreci/Dindar,
anti-semitist, gerçekçi/Anti-vegan,
hayvansever, nihilist/Kapitalist,
ulusalcı, çevreci/Solcu,
anti-feminist, zenofobik/Özgürlükçü,
muhafazakâr, cinsiyetçi/Türcü,
demokrat, feminist vb)
Birey,
toplumsal alandan yayılarak içine sızan şizofreniyi politik bilinci
geliştirerek kontrol altına alma ve bir anlamda korunma yolunu seçer. Bu her
zaman gerçek bir farkındalık süreci değildir. Toplumsal bilincin çeşitli
katmanlarından aktarılan ve bireyin, kişisel tarihinin yarattığı süzgeçlerden
geçirerek damıttığı yarı özgün bir yapıya sahip modern dünyanın bireyi artık
kendini, toplumu ve top yekûn hayatı bu yarı özgün politik bilincin ışığında
anlamaya, tanımlamaya, konumlandırmaya başlar. Kendini ifade etmek için seçtiği
tüm araçları bu alt yapıdan hareketle kullanır. Dil bu araçların başında gelir.
Farkında olsun ya da olmasın konuşurken seçtiği konular (siyasi partiler, dizi filmler, hava durumu, hayat pahalılığı,
alışveriş, teknolojik ürünler…), sözcükler (aynen, aşkım, lavabo, bayan, karı…), cümleleri kurma biçimi (eğitim şart, ülkelerine geri dönsünler, ver
onu bana, anladın mı…) ve tonlamaları esas olarak birer politik dışa
vurumdur. Toplumsal ortak bilincin çeşitli ezberlerine teslim olduğunun farkına
varmayan bir papağan olmak ile bireysel bilincinin özgünlüğüne sahip çıkmayı
deneyen çirkin ördek olmak arasındaki geniş yelpazede birey kendine bir yer
edinir. Bu konumlanış hangi noktada olursa olsun toplumsal sistematiğin içinde
genel kabul gören ya da uçlardaki politik bir konumlanıştır.
Tüm diğer
kendini ifade araçlarında olduğu gibi fotoğraf aracını kullanan bireyler de
bundan azade değildir. Durağan görüntüler üreten bireylerin bu eylemleri ve bu
eylemi gerçekleştirirken ortaya koydukları davranış biçimleri de politik
bilincin göstergelerini ortaya koyar.
Özellikle
belgesel fotoğraf alanında anlatılan tüm hikâyeler fotoğrafçının bilincine
bağlı olarak oluşturuldukları için politiktir. Ve aynı zamanda izleyici
konumundaki bireylerin bilinçlerinde de karşılık bulmaları nedeniyle politik
okumaya açıktırlar. Fotoğrafçı ve izleyicinin dünya görüşleri ve daha da
ötesinde ideolojik konumlanışları belgesel fotoğrafın konusu olan tüm olay,
olgu ve durumları politik zemine çeker. Bu bireylerin reddebilecekleri bir
sonuç değildir.
Konunun
bizzat kendisinin doğrudan politik olması gerekmez. Bir grev sürecinden ya da
eylem silsilesinden seçilip alınmış hikâyelerin oturduğu politik zemin kendini
açıkça gösterir. Öte yandan örneğin terkedilmiş mekânları, tiyatro kulislerini,
mahallelerin dönüşümlerini, gençlerin ya da yaşlıların barındıkları yurtları,
kampları, bir çocuğun gelişimini, aileyi sarsan bir hastalık sürecini, bir
eğlence yerindeki sıradan ya da sıra dışı hayat akışını ele alan fotografik
çalışmalar da kaçınılmaz olarak birer politik söylem oluşturur.
Kavramların,
olguların, olayların, mekânların ve konu edinilen öznelerin görsel tasviri ve
temsiliyetleri fotoğrafçının algısında yeniden biçimlenir ve anlatıcı
konumundaki fotoğrafçının politik dünyasına işaret eder. Aynı biçimde izleyici
de karşı karşıya kaldığı bu görsel serideki kavramları, olguları, olayları, mekânları
ve özneleri kendi bilincinde süzerek politik bir okuma gerçekleştirir.
Belgesel
fotoğraf aracılığı ile görsel hikâye anlatıcılığı yapan fotoğrafçının yeri
geldiğinde izleyiciye dayattığı yeri geldiğinde yorumuna teslim ettiği ürün
karşısında izleyici, hem aktif hem de pasif bir özne olarak iletişimdeki yerini
alır. Bu noktada iletişimi başlatan değil sürdürmeye gönüllü taraf olarak
izleyicinin üzerine tam sorumluluk yüklemek mümkün görünmemektedir. Ancak
anlatıcı rolünü seçen fotoğrafçının kullandığı görsel dilin her anlamda
sorumluluğunu taşıyor olması gerekir. Fotoğrafın diğer alanlarında da olduğu
gibi ve belki de daha fazlasıyla belgesel fotoğraflarda gördüğümüz hiçbir nesne
ve özne sadece kendisi değildir; imgeler dizgesinin parçası haline gelir, alt
ve yan ya da zıt anlamlar yüklenir, bağlam oluşmasına neden olur. Bu nedenle örneğin
LGBTİ+, kadın ve erkek bireylerin görsel tasvirleri cinsiyet politikalarından
bağımsız olarak yapılamaz. Fotoğraflarda görünür kıldığımız kişiler
fotoğrafçının onları görme biçiminin, bilincinin ürünü olarak aktarılır.
Sokaklar, şehirler, parklar, fabrikalar, atölyeler, evler, kalıntılar, araçlar,
her şey ama her şey fotoğrafçının seçtiği görsele tercüme edilmiş kelimeler
olarak fotoğrafta birikir ve o fotoğraf dizisinin politik örgüyle örülmüş anlamsal
bütünlüğünü oluşturur.
Yücel Tunca
/ Bergama, İzmir-17.04.2019 (İFSAK-Blog için yazılmıştır.)
Yorumlar
Yorum Gönder