Mecidiyeköy Likör Fabrikası'na Ve Frapan Renkleriyle Liköre Dair
Çok değil iki ay kadar önce
gazeteler, satışa çıkarıldığına ilişkin yeni haberleri yayımlayınca
hatırlanıverdi Likör Fabrikası. Şehrin hızlı değişimine en uzun direnenlerin başında
geliyordu oysa. En eskilerindendi İstanbul’un. Ülkü Tamer’in bir yazısında
şöyle anılıyordu adı: “Söz gelimi, Mecidiyeköy neymiş? Nereden nereye gelmiş? Daha sonralarını
da hatırlıyorum. Mecidiyeköy gerçekten köydü. Likör fabrikası, bir film
stüdyosu, bahçe içinde bir-iki ev, dut ağaçları. Kent Şişli Tramvay Deposu’nda
sona ererdi. Daha ötesi kışın kurtların indiği bir "çorak ülke". ”
Yıllar içerisinde usul usul köylüğünü yitirmişti
Mecidiyeköy. Bahçe içindeki evler kaybolup giderken o bahçeleri gölgeleyen dut
ağaçlarını da götürmüşlerdi beraberlerinde. Şişli Tramvay Deposu’nun yerine
inşa edilen büyük alışveriş merkezi, değişimin doruk noktasına işaret ediyordu.
1998 yılında satış planları duyurulmaya başlanan fabrika, geçtiğimiz Ocak ayı
içerisinde Eskidji Müzayede Evi’nin listesine giriyordu. 23 bin 711
metrekarelik yüz ölçümü ile şehrin kalbinde göz kamaştıran bir hazine gibi
durmanın bedelini ödüyordu belki. Yetmiş yılı aşacak ömrünü doldurduğuna
ilişkin en ciddi haber aslında yıllar önce gelmişti. 2000 yılının Ağustos
ayında, 43 milyon dolara mal olan dünyanın en modern likör fabrikasının
Bilecik’te açıldığını yazmıştı gazeteler. Yılların lezzetini üreten imbikler ve
fıçılar, Atatürk Orman Çiftliği’nde sergilenecekleri emeklilik günlerini
bekliyorlar şimdi.
1930 yılına kadar Hasan Hulki Bey’in sahip olduğu İspirto ve
Müstahzaratı Kimyeviye Fabrikası, o yıl el değiştirip, 26 Nisan 1931’de
İstanbul İçki Fabrikası adıyla, başta likör olmak üzere, cin ve votka gibi
alkollü içkilerin üretimine başlamıştı. Tüm makineleri Fransa’dan getirtildi.
Bakır imbiklerden geçirilen usare bir yıla yakın bekletildikten sonra şeker ve
alkol ile karıştırılıp üç ay da fıçılarda dinlendiriliyordu. Zamanın ünlü
likörleri böylelikle şişelenmeye hazır hale geliyordu. Bu lezzette bakır
imbiklerin ve meşe fıçıların katkısı pek çoksa da asıl püf noktası, usarenin
kendisiydi. İstanbul likörünün dünyaca ünlenmesinin önündeki tek engel alkolün
kalitesizliği olduysa da, meyveleri bu dezavantajı telafi edebiliyordu. Bir
röportajında Tuğrul Şavkay şöyle diyordu: “Türkiye dünyada belki likör piyasasında 1 numara olabilecek bir ülke.
Niye derseniz çok basit olarak şunu söyleyeyim: Türkiye bir meyve cennetidir.
Dünyanın meyve cennetidir. Dünyanın en güzel ahududuları, en güzel kayısıları bizde
yetiştirilir. Daha bir sürü örnek sayabilirim. Bunlar dünya çapında çok iyi
ürünlerdir ve biz likörlerimizi güzel bir gelenek sonucunda hâlâ doğal
meyvelerle yaparız. Dünyada likör üretimi esansa geçmiştir. Esansla yapılır.
Doğala özdeş estek-köstek esansı diye esanslar katarlar. Siz lezzetli bir meyve
ile yapılmış bir likörle birtakım esanslarla yapılmış bir likörü aynı kefeye
koyabilir misiniz?”
Likör üretimindeki lezzeti koruyan gelenek, ne yazık ki
sunumunda devam etmiyor. Yüzyılın başlarında, henüz Osmanlı topraklarında
üretimi yapılmazken çoğunlukla Fransa’dan getirtiliyordu likör. Rum
ailelerindeki vişne likörü imal etme geleneği mütareke ve mübadele dönemleriyle
unutulup gitse de Cumhuriyet’in ilk yıllarında batılılık simgesi olarak likörün
kentli aile evlerinde yerini sağlam biçimde aldığı unutulmamalıdır. Salon
yaşamının bir parçası ve hatta şuhluğun bir ifadesi olarak söz eder likörden
Selim İleri.
Savaş yıllarından sonradır ki yavaş yavaş orta sınıf
yaşamının da bir parçası olur. Konuk ağırlamanın, bayramlaşmaların ritüelleri
arasına girer. Nazım Hikmet Ran’ın “Şaban oğlu Selim” şiirinde ‘biraz çarpıksa
da su bardakları/kesme likör kadehleri harikadır’ dizeleriyle andığı likör
kadehleri, her evin camekanlı vitrininde kahve fincanlarının yanı başındaki
yerini alır. Başlangıçta, kesme kristal ve uzun ayaklı kadehler, gümüş
tepsilerde ve çikolata ile sunuluyor olsa da bu adet 1960’lardan sonra giderek
kahve ve nane likörü sunumuna dönüşür. Peki günümüze ulaşabilmiş midir? Bir kaç
lokantanın müşterisine özel ikram olarak sunmasının dışında kaç ailenin evinde
ahududu ya da çilek likörü bulunmaktadır artık? Rakı, toplumun neredeyse tüm
katmanlarında egemenliğini çoktan ilan etmiştir.
Bu belki de unutkanlıktandır. Belki, artık Arnavutköy’de
çilek yetişmediği içindir. Tarabya sırtlarındaki bahçelerden ahududuların
kaybolmaya yüz tutmasındandır belki. Çok da hayıflanmamak lazım: Mandalina hala
Bodrum’dan geliyor, gül Isparta’dan, vişne Kütahya’dan, Tokat’tan... Karadeniz
Ereğlisi’nden gelen Osmanlı çileği, Arnavutköy özlemini yatıştırabiliyor;
Tokaloğlu kayısıları, Konya Ereğlisi ve Iğdır’dan; limon Mersin’den...
Son yıllara doğru pancar küspesi alkolünün temizlenmeden
kullanılması nedeniyle kalitede yaşanan gerileme yeni fabrikada büyük bir
rektifikasyon ünitesinin kurulup, alkolün kötü kokudan arındırılması ve
saflaştırılması sayesinde sona erdi ve kalitede önemli bir ilerleme
kaydedilerek cin, vermut ve votkanın yanı sıra 17 ayrı türde likör üretimi
yapılmaya başlandı.
Bunlardan gül, ahududu, altın ve acıbadem likörleri 1994-97
yılları arasında bir çok kez uluslar arası arenada gümüş ve altın madalyalarla
ödüllendirildi.
Likörler farklı yöntemlerle elde ediliyor: Yaş bitkiden elde
edilen likörlerin bir bölümü olgunluk dönemindeki meyvelerin etli kısmından
yapılıyor. Özel bölgelerden temin edilen ahududu, çilek, kayısı ve vişne gibi
meyveler, sap ve çekirdeklerin çıkartılıp değirmenlerde ayrıştırılmasından
sonra içine alkol ilave edilmesini takiben birkaç ay bekletiliyor. Masorasyonda
tad veren maddelerin alkole intibakı sonrası filtre preslerle süzülüyor. Eldeki
yarı mamul likör enfüzyonları ve çeşitli katkı maddeleri ile son aşamaya
getiriliyor. Yaş meyvelerin kabuğundan yararlanılarak yapılan yöntemde ise,
özellikli yörelerden alınan mandalina, portakal, limon ve turunç meyvelerinin
kabukları soyuluyor. Kabuklar üç ay boyunca alkolde bekletip damıtılıyor. Elde
edilen yarı mamul likör ilave katkı maddelerle hazır hale getiriliyor. Meyve
içleri ise çeşitli yardım kurumlarına veriliyor.
Muz, Nane, Gül gibi likör çeşitleri imalinde ise esans kullanılıyor.
Altın ve Beğendik gibi bir kısmı ithal edilen 24 çeşit ot ve bazı baharatların karışımıyla hazırlanan malzeme, değirmende, öğütülüp alkol ilavesiyle likör haline getiriliyor. Moka ve Kakao gibi çeşitlerde çekirdekler kavrulup öğütüldükten sonra alkole yatırılıp destile ediliyor. Özellik taşıyan başka Türk likör çeşitleri de var. Bunlar arasında Bindallı, kabuklu meyvelerin karışımı ile yapılırken, Altın likörüne ise 22 ayar varak altını koyuluyor. Altın madeninin insan vücuduna direnç kattığı ve sinir sistemini düzenlediği düşünülüyor. Tekel'in az sayıda ürettiği altın liköründe de, 22 ayar altın zerrecikleri bulunuyor. Likör çeşitleri arasında en çok satılan, ferahlatıcı özelliği nedeniyle nane yıllardır birinciliğini koruyor.
Likörlerden bazıların özelliklerine değinmeden geçilmemeli: Bodrum mandalinasının kokusunu taşıyan turuncu renkli nefis mandalina likörü, içmi dışında tatlılara da eşsiz lezzetler katıyor. Vişne likörü 32 derece gibi yüksek bir alkol oranıyla diğerlerinin arasından ayrışıyor. Şekeri az, damakta yoğun bir tat bırakıyor... Önce aperitif olarak piyasaya çıkartılan, sonraları likörler arasına kattığı Bindallı ise çok az şekerli ve buruk lezzetiyle, gerçek bir aperitif. Bol talaş buzla, soda ya da portakal suyu ilavesiyle tavsiye ediliyor.
Altınboynuz
Kokteyli
4.5 CI Votka, 1.5 CI Gül Likörü, 1.5 Portakal Likörü, 1 Bar kaşığı limon suyu
, 1 Bar kaşığı Grenadine Shaker'de çalkalanıp soğutulur ve servis yapılır.
|
İstanbul Kokteyli
1-2 ölçü nane likörü, 1-2 ölçü turunç likörü,
3 ölçü kanyak bir kaba konarak buz ve birkaç parça
limonun dış kabuğu ilave edilerek servis yapılır.
Yorumlar
Yorum Gönder