Lirik Bir Akdeniz Şarkısı: Antalya
Uçağın kapısından dışarıya adımınızı atar atmaz bir sıcak
dalgası sarılacak boynunuza. Yorgun ve stresli günlerinizin eşsiz bir tatille
geride kalacağının ilk işareti bu. Havaalanından şehre doğru giderken yol
boyunca göreceğiniz palmiyelere kulak kabarttığınızda ikinci işareti
farkedeceksiniz: Ruhunuza huzuru yerleştirebilmek için lirik Akdeniz şarkıları
mırıldanacak palmiyeler.
Kendinizi derhal Kaleiçi’ne atmalısınız. Deniz ve kara
surları tarafından kuşatılmış eski kent merkezi, dar sokakları, ağaç bağlantılı
yığma taş evleri, sokağı görmeyen saklı arka bahçeleri, sokağa bakan tahta
işlemelerle bezeli cumbaları ile sizi bugünden alıp eski dönemlerin sır dolu
tarihine konuk edecek. Bir çoğu başarılı biçimde restore edilip, otel,
pansiyon, restoran ve hediyelik eşya dükkanına dönüştürülmüş Kaleiçi
yapılarının koyu gölgeleri ve hemen tümünün arka bahçesindeki masmavi havuzlar
sıcaktan bunaldığınız an yardımınıza koşacak. Ve hiç beklemediğiniz bir anda
esiveren meltem, unutamayacağınız Akdeniz tatilinizin üçüncü işareti olacak.
Klimalı odanıza atın valizlerinizi, güneşe yolculuğunuza noktayı koyun ve bu
Akdeniz şarkısının içindeki sayısız notalardan biri de siz oluverin!
Nisan ayından Ekim sonuna kadar uzun bir sezona sahip
Antalya, Alman ve Rus’lar olmak üzere Avrupa’nın gözdesi haline gelmiş bir
tatil cenneti. Yerli turistin de başlıca tercihi olma özelliğini yıllardır
hiçbir ile bırakmıyor. Çünkü Antalya tatilcilere son derece geniş olanaklar ve
alternatifler sunan bir şehir. Yolculuğa başlamadan önce neler yapmak istediğinizi, neler
yapabileceğinizi iyice programlamalısınız. Tersi durumda ne yedi günlük tatil
ne de 15 günlük tatil yeter. Üstlik tüm bunları şehrin çevresini hesaba
katmadan söylüyoruz. Belek’i, Kemer’i, Olympos’u, Phaselis’i, Side’yi,
Alanya’yı da işin içine katarsanız hayatınızın birkaç ayını bu tatile ayırmak
durumunda kalırsınız. Kaleiçi’nden başlayıp, şehir merkezinden çokça
uzaklaşmadan neler yapabileceğimize beraberce bakalım.
Kaleiçi’nde saatlerce gezmeye doyamayacağınız sokaklar
binbir sürprizle karşılayacak sizi. Bir köşeyi döndüğünüzde Romalı bir
senatörün anıt mezarı olan 1800 yıllık Hıdırlık Kulesi çıkacak karşınıza tüm
görkemiyle; bir diğerini döndüğünüzde aşağılardaki zarif yat limanı. Yakın
zamana kadar Antalya Limanı olarak anılan ve şehrin Akdeniz’e açıldığı yer olan
liman, Belek yakınlarında yenisinin açılmasından sonra yalnızca yatların
yanaştığı bir liman haline gelmiş. Tek direkli ya da çift direkli yelkenliler
ve gezi tekneleriyle dolu mavi-yeşil suları çeviren sarp falezlerin yukarıları
da birkaç binlerce yıllık dinsel yapılar, yüzyıllık konaklar ve deniz
surlarıyla bezeli.
Yat limanında, iki, dört ve altı saatlik deniz yolculuğuna
çıkabileceğiniz tekneler sizi bekliyor. Genelde sabah 11 gibi yola çıkılıyor.
Büyük turda önce falezlere yakından bakılıp, bir şelalenin yanından geçilerek
Sıçan Adası’na ulaşılıyor. Bir saatlik yüzme ve yemek molasından sonra Büyük
Çaltıca Koyu ve Akyarlar Mağaraları’na geçiliyor. Buralarda da mavi-yeşil
derinliklere atlanıp, yüzülerek içi su dolu heyecan verici mağaralar ziyaret
ediliyor. Akşamüzeri 17.00’de yeniden limana dönülen bu yolculuk 20 milyon TL
karşılığı yapılabiliyor. Teknedeki kaçınılmaz olan ekstra içecekleriniz için de
5-10 milyon TL’yi hesaba katmalısınız.
Antalya’da tarih katmanları içiçe geçip kaynaşmış. Çünkü çok
eskilere kadar uzanan bir hikayesi var Antalya’nın. 200 bin yıl önce Karain
Mağarası’nda yaşayan Neaderthal insanıyla başlıyor hikayesi. Şehrin bilinen
tarihi ise İÖ 150’ler civarında başlıyor. Büyük İskender’in Pers egemenliğine
son vermesinden ölümüne dek Makedon egemenliğinde kalıyor bölge. Onun ölümünden
sonra yine büyük paylaşım savaşlarına sahne oluyor. Bu mücadeleden zaferle
çıkan Bergama Kralı Antiokhos’tan sonra gelen II. Attolos küçük balıkçı
yerleşmesinin bulunduğu bir koydan ibaret olan şehri onartıp, surlarla
çevirtiyor ve Attalaia adıyla tarih sahnesindeki yerini almasını sağlıyor.
Attolos yıllar sonra şehrin Romalılar’a bırakılmasını vasiyet ederek ölünce
yöreye hakim olan Romalılar Antalya ve çevresinde çok sayıda yerleşim ve
ticaret alanları oluşturuyorlar. Bu yüzden de bölgenin eski kentlerinde
gördüğümüz kalıntıların büyük bölümü Roma döneminden, özellikle de İ.S. 1 ve 2.
yüzyıllardan kalma.
Kaleiçi’nin kara surlarında yer alan Hadrianus Kapısı
(günümüzdeki adıyla Üçkapılar), Roma döneminin en görkemli eserlerinin başında
geliyor. Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya’yı ziyarete gelişinin onuruna İS
130 yılında yapılan, üç kemerli zafer takı, taş işlemeciliği ile dikkat
çekiyor. Tavan bölümleri yörede yetişen çiçek ve meyve figürleriyle bezeli bu
kapı Antalya tarihinin çok katmanlı eşsiz güzelliğine önemli bir örnek teşkil
ediyor. İki yanındaki kulelerden biri Roma, diğeri Selçuklu yapımı. Selçuklu
yapımı kulenin temellerinde antik çağ yapı taşları kullanılmış. Bu büyüleyici
eserleri Cumhuriyet döneminde dikilmiş metrelerce uzunluğundaki palmiyelerin
gölgesinde durup izlerken derinden etkilenmemek mümkün değil.
İ.S. 860 yılında Amiral Karinoğlu Fazl, Antalya'yı alıyor
fakat çok geçmeden şehir tekrar Bizans tarafından alınıyor. Akdeniz’in batıya
açıldığı yerde oldukça stratejik bir konumda bulunan şehir bu dönemde güvenliği
arttırabilmek için ikinci bir sur kuşağı ile çevriliyor.
Selçuklular, Bizans’ın Antalya ve yöresindeki egemenliğine
13. yüzyıl başlarında son vererek. 1207’de Antalya’yı ve 1220’de Alanya’yı
aldılar ve bölgeye yerleştiler. Selçuklular döneminde Müslüman ve Hıristiyan
halkın münasebetini kesmek maksadıyla Kaleiçi yeni bir surla ortadan ikiye
bölündü. Aynı dönemde yani XIII. yüzyılda Selçuklular tarafından kaidesi kesme
taştan, gövde kısmı tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılan Yivli Minare inşa
edildi. Külliyesinde de Yivli Camii, Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Selçuklu
Medresesi, Mevlevihane, Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hatun Türbesi bulunan
Yivli Minare bugün Antalya’nın başlıca sembollerden biri olarak kabul ediliyor.
Antalya’daki Osmanlı egemenliği ise bazı kaynaklara göre
I.Murat zamanında, bazı kaynaklara göre ise Yıldırım Beyazid zamanında başladı.
Bu dönemde de Ahi Yusuf Mescidi, Şeyh Sinan Türbesi, Tekeli Mehmet Paşa Camii,
Müsellim Camii, Balibey Camii, Murat Paşa Camii gibi pek çok cami, kervansaray,
hamam gibi yapılar inşa edildi, eski dönemlere ait yapılar onarılarak kullanıma
açıldı.
Antalya’daki büyük değişim 1900’lerin ikinci yarısında
başladı. Torosların eteklerinden Akdeniz’e kadar uzanan ve güçlü akan çaylarla
beslenen verimli ovaların bereketi tarımdan turizme geçilirken pek de
değişmedi. Çok sayıda meyvenin ve sebzenin yetiştiği topraklar son 20-30 yılda
iki milyonu geçen yerleşik nüfusa mesken olurken, her yıl sayıları artan
otellerle de yılda yaklaşık 10 milyon turisti ağırlar hale geldi. Bu büyümeyi
tam olarak anlayabilmek için şehrin batısında Beydağları’nın hemen önünde
yükselen Tünektepe’ye çıkarak Antalya’ya bakmak gerekiyor.
Pussuz bir havada Antalya Magic Mount’taki 60 dakikada bir
turunu tamamlayan Döner Restoran’da yemek yerken, artık dağların eteklerine
doğru çekilmiş portakal bahçelerinin yeşilliğini, kıyıdan iyice uzaklaşmış
seraları ve Konyaaltı’ndan Lara’ya kadar uzanan kıyı boyunca yükselen yapıları
izleyebilir ve Antalya’nın geleceği hakkında fikir yürütebilirsiniz. Buradaki
tesis size ayrıca yamaç paraşütü yapma, yarı olimpik havuzunda yüzme olanağı da
sağlıyor.
Antalya kıyılarının uzunluğu 640 km’yi buluyor. Bu kıyılarda
Mavi Bayraklı 75’ye yakın plaj bulunuyor. Birkaç yıl öncesine kadar herhangi
bir tesise sahip olmayan kıyılarda artık gösterişli ve konforlu plajlar
yeralıyor. 1.5 km uzunluğunda kum-çakıl karışımı bir plaj olan Konyaaltı Plajı,
belediyenin yaptırıp işletmeye verdiği halka açık tesislerde yeme, içme
ihtiyacına cevap verebilecek kafeler, restoranlara sahip. İki bölümü var:
Konyaaltı Halk Plajı ve Beach Park. Özellikle Beah Park görülmeye değer. Uzun
kumsal boyunca dilerseniz kendi şemsiyenizi kuma saplayıp
güneşlenebiliyorsunuz, isterseniz beach club’lerden birinde 2 milyon TL’ye
şezlong ve yine 2 milyon TL’ye şemsiye kiralayıp, DJ’lerin yaptığı müzikler
eşliğinde, nitelikli yiyecek içecek servisinden yine oldukça makul bedellerle
(Tostlar 2-5, salatalar 3-6, hamburger 3-5 milyon TL arasında değişiyor.
Kahvaltı fiyatları ise 3-6 milyon TL. Alkollü tek içki olan birayı 3-7.5 milyon
TL’ye içebilirsiniz. Soğuk içecekler ise 2-4 milyon TL) yararlanarak günün keyfini
çıkartabiliyorsunuz.
Zaman zaman sahil voleybolu turnuvalarına katılmak, aeorobik
seanslarına dahil olmak, deniz paraşütü, rüzgar sörfü gibi sportif
aktivitelerden yararlanmak da gün boyu mümkün Beach Park’ta. Şezlonglardan
sıkıldığınızda Antalya’nın her yanını kaplamış olan “armut” minderlere
kendinizi bırakmanız, hamak keyfi yapmanız, adrenalin artırıcı su sporlarına
merak salmanız çok kolay. Biraz yürüyüp Aqualand’deki çılgın su
kaydıraklarından 16 milyon TL verip kaymanız ve hemen bitişiğindeki
Dolphinland’de, insan nesli olarak hep birlikte pek sevdiğimiz ender
yaratıklardan olan yunusların şovlarını 17 milyon TL’ye izleyip ardından 85
milyon TL ödeyip yüzgeçlerine tutunarak birlikte yüzmeniz de çok kolay.
Konyaaltı’ndan ayrılmadan önce İstanbul’daki Miniaturk’ün,
Antalya versiyonu olan Minicity’i de görmelisiniz. Antik çağlardan günümüze bir
Türkiye panoraması sunan tesise 5 milyon TL ödeyerek giriyorsunuz. Her geçen
gün içindeki eser sayısı artan Minicity’de, şu sıralarda dörtte biri İstanbul
kökenli 100’e yakın tarihi eserin eserin maketi bulunuyor.
Konyaaltı Plajı’nın Beach Park ile çehre değiştirmesine
benzer biçimde Lara’nın uzun kumsalları da yeni görünümüne kavuştu. Şehir
merkezinden yaklaşık 10 km uzakta olmasına karşın ince kumsalıyla rekabete
hazır durumda. Üstelik hemen yanı başında dev bir şantiyeyi andıran bölgede
onbinlerce yatak kapasiteli otellerin inşaatı bitip de Antalya’nın kalbinin
yarısı buralarda atmaya başlayınca her şey Lara’nın lehine dönecek gibi
görünüyor. Keçi kılından yapılma dev göçer çadırlarının serin gölgesinde
nargile keyfi de, lacivert denizi dalgaların köpüğüne benzeyen beyaz
şemsiyelerle daha da güzelleştiren beach barlar da sizi bekliyor sükunet
içinde. Fiyatlar da, Konyaltı’ndaki Beach Club’lar ile hemen hemen aynı.
Karpuzkaldıran, Adalar ve Mermerli Plajları ise diğer
ikisine oranla daha küçük, daha mütevazi plajlar. Sakinliği tercih edenler
özellikle hafta içi bu plajlara gidiyor.
Düden ve Kurşunlu Şelalesi bu merkezi gezinin rotasındaki en
serin noktalar. Manavgat Şelalesi’ni uzaklığı nedeniyle güzergah dışı
tutuyoruz. İki tane Düden Şelalelesi var. Kırkgöz Mevkii’ndeki Yukarı Düden
yaklaşık 20 m.’den aşağıya dökülen seyri çok güzel bir şelale. Aşağı Düden ise
Lara kıyılarında, 40 metre yükseklikteki falezlerden çağıldayarak denize
karışıyor. Buranın ziyaretçisi, şehir içinde kalması nedeniyle diğerine oranla
çok daha fazla. Çevresinde de gözleme tesisleri konuşlanmış durumda!
Kurşunlu Şelalesi, merkezden 18 km uzakta, nefis bir ormanın
içinde. 1991 yılında Tabiat Parkı statüsü kazanan Kurşunlu ilgi çekici su ve
kaya formlarıyla bütünleşen eşsiz bir doğal peyzaj özelliğine sahip. Günübirlik
piknik yapılabilen, doğasında bol oksijenli yürüyüşler yapabilecek büyüleyici
bir yer. Park içinde yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanabileceği tesisler de
mevcut. Küçük bir sorun da var aslında: Yüksek sezon da öylesine kalabalık
oluyor ki, ne kuş sesi duyabiliyorsunuz ne de yakınına gidene kadar şelalenin
sesini. Fakat dış seslere kulağınızı kapatabilme becerinizi geliştirdiyseniz,
“işte cennet böyle bir yer olmalı” dedirtecektir.
Bir gününüzü şelalelere ayırdıysanız en az bir gününüzü de
dağlara ayırmalısınız. Antik Çağ yazarları, Alp Dağları’nın Ege Denizi’ni
güneyden kuşatarak Girit ve Rodos Adaları üzerinden Antalya Körfezi’nin batı
ucundaki Gelidonya Burnu’na, oradan Anadolu’nun güneyi boyunca Orta Asya’ya
doğru uzayıp gittiğini gözlemleyip eserlerine yazmışlar. Modern çağda bilim,
Antik Çağ yazarlarının yaptığı bu saptamayı doğruluyor. Alpler’in Anadolu’daki
adı Toros Dağları! Antalya topraklarının yüzde 76’sını oluşturur dağlar. Ve
bunların yükseklikleri yer yer 3 bin metreye ulaşır. 3070 metreye ulaşan
yüksekliği ile Beydağları silsilesinin Kızlar Sivrisi, en yüksekteki doruk
olarak adını yazdırır. Aynı bölgede 2000 metre ve daha yüksek on kadar dağ
bulunuyor. Tezer Özlü’nün “en sevdiğim görüntü” dediği, denize dik inen
Beydağları, Antalya coğrafyasının başdöndürücü kreşandosu
olarak kabul edilebilir:
“En sevdiğim görüntü Antalya’da Torosların denize dikey
indiği görüntüdür. Dağların dibinde Akdeniz masmavi pus içinde sonsuza
açılırken, Torosların dik, güçlü tepeleri zaman zaman pus, zaman zaman havanın
berraklığı içinde gökyüzüne yükselir.” Tezer Özlü/Kalanlar
Antalya ile Fethiye arasında bulunan Beydağları,
"Tahtalıdağlar", "Bakırdağları", "Merkezi
Beydağları" ve "Güneybatı Bölümü Beydağları" gibi dört bölümü
ayrılır. Bunlardan özellikle Bakırdağ, yaz başlarında gazetelerin klişe haberlerinin
ana malzemesini oluşturur. Gerçekten de bu klişe haberlerdeki gibi Antalya bir
günde dört mevsimi birlikte yaşar. Sahilde insanlar denize girerken, kimileri
de Bakırdağ’daki Saklıkent’te kayak yapar. Bu dağların bir diğer özelliği de
adından anlaşılacağı üzere renginin güzelliği. Bakırdağları’nın gözalıcı
renklerini görmek isteyenler, özellikle Eylül ayında Saklıkent yolu üstündeki
Trebenna antik kentinin mezarlıklarının olduğu "Manzara durağı" na
gitmeli ve güneş doğarken tam güneyde dorukları görülen Bakırdağları’nı
seyretmeliler.
Beydağları silsilesindeki Güllük Dağı, Termessos antik
kentini barındırıyor. Bir Pisidya kenti olan Termessos tamamen dağlık ve
engebeli bir alanda kurulu. İskender’in şahin yuvasına benzettiği ve bir türlü
alamadığı Termessos, İ.S. V. yüzyıla kadar varlığını sürdürebilmiş. Kent
Surları, Hadrian Kapısı, Su Sarnıçları, Tiyatrosu, Gymnasiumu, Agorası, Odeonu
ve Hereonu şehrin önemli yapıları arasında yer alıyor. Geniş bir alana yayılmış
mezarlığı, Alketas, Agatemeros ve Arslanlı Mezar gibi anıt mezarlar uzun ve zorlu
yürüyüşlerin karşılığını fazla fazla veriyor.
Termessos’tan vakitlice dönülürse Çakırlar’a mutlaka
uğranmalı. Burada özellikle haftasonları çok güzel bir pazar kuruluyor. Sosyete
Pazarı ya da Çakırlar Pazarı olarak anılan pazar güzel bir çam ormanının
içinde. Bildiğiniz pazarlardan çok farklı. Birkaç tezgahta köylerden getirilen
meyve ve sebzeler satılıyor fakat asıl mevzu gözleme! Birbiri peşi sıra
kurulmuş çardaklarda köylü kadınlar ve çocukları elbirliği ile kalabalık
Antalya müşterisine peynirli, patatesli ve kıymalı gözleme yetiştirmeye
çalışıyor. Yağ tenekelerinde yakılıp kor haline gelmiş odun kömürü ateşinde
pişirilen çaylar da gözlemelere eşlik ediyor. Lezzeti gelin tahmin edin
bakalım!
Bu bölgeden ayrılmadan önce Antalya’da giderek yaygınlaşmaya
başlayan tesislerden birine daha uğramakta yarar var. Bir at çiftliği! Çakırlar
köy yolu üzerindeki Boğaçayı bitişiğindeki Everest Binicilik Merkezi hem
çocuklar için hem de yetişkinler için Picasso, Zeus, Pinokyo, Tutku ve Laila
adındaki dostlarımızla tanışma, binmeyi öğrenme, bilenler için deneyimi
arttırma ya da güzel restoranında akşam serinliğinde antremana çıkan at ve
binicilerini izleyerek yemek yeme olanağı sunuyor. Adı ve şıklığı sakın sizi
yanıltmasın: At binme fiyatları da, restoran fiyatları da şaşırtacak kadar,
“bunlardan bizim oralara da açılsa keşke” dedirtecek kadar makul.
Bir başka gününüzü Perge ve Aspendos’a ayırmanızı öneririz.
Perge, Antalya'nın 18 km. doğusunda, Alanya yolu üzerinde Düden ve Aksu
akarsuları arasında İ.Ö. 1200 yılında kurulmuş. İ.S. 334 yılında Side gibi
Perge de Büyük İskender ile antlaşma yaparak savaşmamış ve böylelikle yakılıp
yıkılmamış. Helen, Roma ve Bizans dönemini yaşamış kentin 15 bin kişilik
tiyatrosu İ.S II. yüzyılda yapılmış. Ege bölgesinde Aphrodisias'taki hariç
tutulacak olursa en iyi korunmuş stadyuma sahip. Kapıları, Agorası, Nymphaeumu,
Sütunlu caddeleri, Mezarlığı, Bazilikası ve Akropolu ve Güney Hamamı görülmeye
değer.
Antalya - Alanya karayolunda Serik'i geçtikten sonra kuzeye
dönülerek ulaşılan Aspendos ise İ.Ö. V. yüzyılda kurulmuş. İ.S. II. yüzyılda
mimar Zenon tarafından yapılan 7 bin kişilik ünlü tiyatrosu Selçuklular
devrinde kervansaray olarak kullanılmış ve zaman zaman onarılarak günümüze
kadar ulaşmış. Tiyatronun sahne duvarının ikinci katında yer alan şarap ve
coşkunun tanrısı Dionysos rölyefi, tiyatronun yapımına ilişkin olarak anlatılan
ünlü efsanenin de nedeni: "Kızını, kente en yararlı eseri yapan mimara
vereceğini vaad eden kralın, kente su getiren kanalların mimarı ile tiyatroyu yapan
mimar arasında tercih yapamayınca, kızını iki parçaya bölüp iki mimara vermeye
kalktığına" ilişkin efsane, yöre insanı tarafından hâlâ anlatılıyor...
Günümüzde 15 bin kişilik kapasitesiyle hala çeşitli konser, şenlik, festival ve
yağlı güreş müsabakaları için kullanılıyor. Aspendos'da tiyatro dışında Agora,
Bazilika, Nymphaeum ve 15 km. uzunluğunda kemerli su yolları görülmesi gereken
yapılar arasında sayılabilir.
Antalya ve çevresinde günışığına kavuşturulan eserlerin
önemli bir kısmı ören yerlerinin dışında Antalya Müze'sinde sergileniyor.
Müzenin kuruluş hikayesi son derece ilgi çekici: 28 Mart 1919 tarihinde Antalya
İtalyanlar tarafindan işgal edildikten sonra işgal kuvvetleri ile birlikte
gelen arkeologlar, yöreyi gezerek buldukları antik eserleri toplayıp İtalyan
Konsolosluğu’na taşımaya başlamışlar. Bu arada Antalya tarihine ilgi duyan ve
arkeolojiyi seven lise öğretmeni Süleyman Fikri Bey, tarihi eserleri medeniyet
adına topladıklarını iddia eden İtalyanlar’ın bu hareketlerine karşı çıkmış. Tekeli
Mehmet Paşa Camii'nin yanında terk edilmiş küçük bir mescidi düzenliyerek
Antalya Müze'sinin ilk temelini atmış. Daha sonra İtalyanlar’ın Antalya'dan
çekilmesi üzerine onların topladıkları eserleri de bu küçük müzeye getirmiş.
1937 yılından sonra Yivli Minare Camii müze olarak kullanılmış. Bugün
Konyaaltı’nda bulunan ve 1972 yılında çağdaş bir anlayışla düzenlenen
Türkiye'nin en büyük müzelerinden biri olan Antalya müzesindeki 5 bin eser, 13
teşhir salonu ve açık hava galerisinde sergileniyor. Ayrıca deposunda yaklaşık
30 bin kadar tarihi eser bulunan müzede didaktik ve kronolojik sergilemeler
yapılıyor.
Tatilin bir yönü dinlenmek, yeni yerler görmekse, bir diğer
yönü de yeni tatlar keşfetmektir. Antalya bu ihtiyaca da geniş deniz ürünleri
yelpazesiyle cevap veriyor. Bölgeye özgü balığı gridayı mutlaka yemelisin ama
kölleyi, domates civesini, hibeşi, kabak çintmesini, şakşukayı ihmal etmeden.
Tahinli piyazını, mercimek ve tarhana dondurmasının da tadına bakıp eve
dönerken de yanınıza birkaç kavanoz patlıcan, bergamut ve turunç reçeli
almalısınız.
Konyaltı’nda 7 Mehmet Restoran gibi şehrin en köklü yeme
içme mekanında çeşit çeşit kebaptan, yerel yemeklere kadar pek çok lezzeti
bulabilirsiniz. Lara’da Bayülgen, yine kebaplarıyla öne çıkıyor. İrmik helvalı
dondurması unutamayacağınız bir tat. Lara’da bulunan bir çok nezih balık
restoranı rezervasyonsuz müşteri kabul etmiyor. Bu da aklınızda bulunsun.
“Bugün de hızlı hızlı bir şeyler yiyelim” derseniz, sırtını merkezdeki kara
surlarına dayamış Dönerciler Çarşısı size ilginç bir seçenek oluşturacak. Sağlı
sollu iki sıra halinde, İskender kebapçısından, kokoreççisine ve
hamburgercisine kadar bir çok lokanta yerli ve yabancı konuklarını gecenin geç
saatlerine kadar ağırlıyor.
Diyelim ki saatler gece yarısını geçti, hızla sabaha
yaklaşıyor zaman. Karnınız acıktı! Çaresiz kalakaldınız! Hayır! Kaleiçi’nde bir
“Son Çare”niz var sizi bekleyen. Son Çare Köftecisi, saat kulesinin hemen arka
sokağında hem doyumluk hem de seyirlik bir yer. Bilinçli bir “avam”lığa sahip.
“Yiyen geberiyor, deliriyor” biçiminde çığırtkanlıkla yoldan geçenlerin ilgisi
çekiliyor. Sokak kenarındaki ızgaranın başındaki kalabalık ve size teslim
edilen yarım ekmek-köftenin içine özgürce doldurabileceğiniz yeşilliklerin
bulunduğu devasa “salata bar” aslında fazlasıyla ilgi çekici.
Antalya tüm tarihi ve doğal güzelliklerinin yanı sıra aynı zamanda bir festivaller şehri.
Haziran ayında başlayan yerel ve uluslararası festivaller hiç hız kesmeden ekim
ayına kadar sürüyor. Bir hafta Finike’de, bir hafta Kaş’ta... Ya Likya Kültür
ve Sanat Festivali oluyor bu ya da Üzüm Bayramı... Ancak bunlar içinden bir
tanesi var ki bilmeyenimiz yoktur: Antalya Altın Portakal Film Festivali. Her
yıl ekim ayı içerisinde Antalya Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen
festival, bir yandan ülke sinemasının nabzını tutmaya çalışıp, maddi ve manevi
destekler yaratarak, nitelikli yapım üretimini teşvik etmekte ve bir yandan da
pek çok sanatçının şehirde halkla kaynaşmasına platform oluşturmakta. “Portakal
taşıyan Venüs” sembolünü ödül-heykele dönüştüren festival Türkiye’nin 41 yıldır
aralıksız süregelen tek film festivali olma gururunu yaşıyor.
Kültür ve doğa turizmine ayırdığınız zamanın bir bölümünü de
eğlence turizmine ayırmak tatil sonrası günlerinize enerji ve motivasyon
dopingi sağlayacak. Kaleiçi’nde son yedi yılın klasiği Ally sabahın ilk ışıklarına kadar açık olan bir
kulüp. 15 milyon TL giriş ücreti ödeyerek girilen kulüpte bira 8-18 milyon,
yerli içki 10 milyon ve yabancı içkiler de 20 milyon TL. Kaleiçi’nin bir diğer
gözde mekanı da eski Antalya 29, yeni Clup Arma. Ne personel ne de tarz
değişimi olmaksızın yalnızca adı değişen mekanda kişi başına 60-80 milyon TL hesap ödeyerek
çok lezzetli yemekler yiyip eğlenebilirsiniz. Talya Otel'in yanındaki Gusto,
Dememan Otel'in sahilindeki CeCe adlı kulüpler de tıpkı Ally gibi daha çok
Antalya'nın yerlilerini eğlendiriyor. Cece’de sahne alan Alex’in performansı
son günlerde tüm Antalya’nın dilinde. Gündüz saatlerinde güneşlenmek, dinlenmek
ve serinlemek için tercih edilen Beach Park kulüpleri akşam saat 21.00’den
sonra birden bire eğlencenin kalbinin attığı yerlere dönüşüyor. Türkçe poptan,
arabeske, rocktan, yabancı popa kadar her zevke uygun bir açık hava kulübü
bulmanız mümkün.
Yorumlar
Yorum Gönder