Keldani Aktarın Lezzet Ve Şifa Mirası: Asırlık Baharatçı Kör Yusuf


Balıkçılarbaşı’na gelince yüzyıllardır çarpan kalbine ulaşılıyor Diyarbakır’ın. Ulu Cami’nin duvarlarına yaslanmış çarşının dar ve kalabalık yollarından geçerek çıktığım meydanın başdöndüren hareketliliğinden sıyrılıp Yemeniciler Sokağı’na sapıyorum. Baharat kokuları sarıyor dört yanımı. Yan yana, karşı karşıya dizilmiş dükkanlar. Ama özellikle birine doğru yürüyorum: Bağdat Palas Oteli’nin tabelası ilk işaret. Egzotik bir Mezopotamya hikayesine mekan olamayacaksa da, kendi kitabını yazabilecek kadar hikayelerle dolu olduğu her halinden belli... Otelin hemen yanı başındaki baharatçının kapısında duruyorum: Asırlık Baharatçı Kör Yusuf!

Mıgırdıç Margosyan, Gavur Mahallesi’nde şöyle kaydeder geçmiş günleri: “... Lastikçi Eguş yine çarık dikmeye, demirci Mero kurt kapanı yapmaya, marangoz topal Nişo, erik ağacından kaval yapmaya, nalbant Kenuş nal çakmaya, kısaca kendi işlerine dönerlerken, Keldani asıllı attar Yusuf ile dükkan komşusu Süryani asıllı berber Yakup da kaldıkları yerden dama oynamayı sürdürdüler.” (Mıgırdıç Margosyan/Gavur Mahallesi, sf:13)

Sur içindedir Kör Yusuf’un attar dükkanı. Deliler Hanı’na da, Dört Ayaklı Minareye de, Ulu Cami’ye de yakındır... Vakti zamanında eski mekan, Gazi Caddesi’nin inşası sırasında istimlak alanında kalınca 1977 yılında şimdiki yere taşınıldı. Yüzyıllar öncesinin siyah Karacadağ taşlarıyla kaplı sokaklar zamanla beton parke taşlara bıraktı yerini. Zaman hiç durmadı, ya usul usul, ya acıtarak aktı Diyarbakır’da. 130 sene önce şehrin ilk attarı olarak açılan dükkanda lokman hekimliğiyle nam salan tek gözü kör Yusuf, 1950’li senelerde yaşamla ölümü buluşturan son günlerini yaşamak üzere çekildi köşesine.

Nusret Bey devraldı attar dükkanını. Tabelayı değiştirmedi. Çünkü ünlü ve gerçek bir Anadolu attar dükkanıydı burası. Baharat başta olmak üzere, hırdavat ve züccaciye bir arada satılıyordu.. Nane, biber salçası, iğne, iplik, zarf, kâğıt, tütün, kumaş boyası, kap kacak... ne ararsan bulunurdu. Bununla bitmiyordu elbette. Her şey iyi kalite olacaktı mutlak. Katışıksız olacaktı. Pahalı da olmayacak ve muhakkak müşteri memnun edilecekti. Kör Yusuf’un geleneği böyle devam edebilirdi.

Bugünkü küçük dükkana geçmeden on sene evvel, 67’de Nusret Bey de iki oğluna devretti işi. Ağabey Seyaf Onur’un idaresinde, kardeşi Süleyman Bey ile geleneğe sıkı sıkıya bağlı, ilkelerden ödün vermeden çalışmaya devam ettiler. Dükkan 20 metrekare ya var ya yok. Ama geçmişin izlerini sürmek mümkün. İşte kumaş boyaları, zayıflama yağlarının hemen yanındaki raflarda. Ayakkabı boyaları, nane paketlerinin bitişiğinde. Saç boyaları girişe daha yakın, kasanın orada; ambalajlardaki kızıl saçlı kadınların gülümseyen yüzleri, vitrinde, dışarı doğru bakıyor.

Hindistan’dan baharat ormanlarından yola çıkan baharat kilometrelerce yol kateder, kollarından bir de medeniyetler yurdu Mezopotamya’ya ulaşırmış, keşifler çağı öncesinde. Urfa, Diyarbakır, Antep sahip çıkmış baharata. Mutfağına baştacı yapmış. Ne varki neredeyse on sene evveline kadar Kör Yusuf’un asırlık baharat dükkanından bir başkası bulunmuyormuş Diyarbakır’da. Bırakın şehrin dört bir yanını, ilçelerinden, köylerinden kalkıp gelirlermiş Kör Yusuf’un yadigarı baharatçı dükkanına. Böyle olunca dolar taşarmış dükkan. Sabahları on gibi başlayan bir tür izdiham, ikindiye kadar sürermiş. Bu talebi gören esnaf yavaş yavaş iş alanını değiştirmeye başlamış. Sobacısı da, süpürgecisi de elindekileri satıp baharat işine soyunmuş. Böyle böyle artmış sayısı attarların. Şimdi yana yana, karşı karşıya sekiz on dükkan açıyor kepenklerini her sabah.

Bir cumartesi sabahı açıp kapısını selamla giriyorum içeri. Kapının karşı köşesinde iki orta yaşlı kadın üzerine eğildikleri büyük kaplardan küçük plastik kaşıklarla acı pul biber tadıyorlar. Ardı sıra gerç bir baba da yedi sekiz yaşlarındaki oğluna tattırıyor biberi kaşık kaşık. Hem iyiyi kötüden ayırd etmesini öğrensin, hem de karar verip kişiliğinin gelişmesinde katkısı olsun diye. Oğlan soldakin gösteriyor babasına, babası bu tercihi beğenmeyip sağdakinden tarttırıyor yarım kilo. Huysuzlanıyor oğlan. Tesellisi, onun seçiminden de 100 gram!

Acı biberleri Maraş’ta bir fabrikaya fason olarak hazırlatıyor Seyaf Bey eskiden beri. İstedikleri kadar yağlı, istedikleri kadar tohumlu. Ne daha az, ne daha çok, tam kararında ve en yüksek lezzette. Üstelik tümüyle sağlıklı mal satmak için uğraşıyor. Son günlerin alfatoksinli biber skandalı onu pek etkilememiş. Öteden beri durumun farkında oldukları için biberlerin nasıl kurutulması gerektiği konusunda fabrika ile anlaşmış durumdalar. Kurutulurken küflenmenin önüne geçip zehirli maddelerin oluşumunu kontrol edebiliyorlar.

Dükkanda bir kenara çekilip çalışanların, gelen siparişler üzerine hazırladıkları baharat torbalarını havada uçuşturarak kasanın önüne yığmalarını hayranlıkla izliyorum. 100 gram rezene paketi havada uçup, bir kiloluk mısır pakedinin yanına usulca konuveriyor. Küçük dükkandaki neredeyse hiç eksilmeyen 10-15 müşteri hızla istediklerini alıyor. Müşteriler arasında hatırı sayılır miktarda derdine deva arayan var.

“Kireçlenme için ne almam lazım?”
“Hint malı alabalık yağı vereceğim size. Akşamları eklem yerlerinize süreceksiniz.”
“Saç dökülmesini engelleyen bir şeyler var mı?”
“Dokuz bitki yağından oluşan bir bakım seti vereceğim. Badem yağı, susam yağı, kekik yağı... Üç ay uygulayacaksınız.”
“Kilo verdiren bir bitki varmış sizde...”
“Bir bitki değil, yedi çeşit ottan yapılan bir çay var. Anason, rezene, sinameki...”

Süleyman Bey, en çok dönemsel hastalıklarla ilgili şikayeti olanların geldiğini söylüyor. Soğuk algınlığı, grip başı çekiyor. Böbrekler ile ilgili şikayetler, solunum yolları, sindirim sistemi sorunları da diğer ağırlıklı deva aranan dertler. İçinde bulunduğumuz kış günlerinin çok satanları ıhlamur, tarçın, her zamanki gibi kırmızı acı biber ve biber salçası!

Ama sucuk yapmak isteyen aileler de önce Baharatçı Kör Yusuf’a geliyor. Seyaf Bey müşterisine, “Siz beş kilo etinizi alın biz bu ölçüye göre sarımsak dahil tüm baharatı hazır ederiz birazdan. Tuzu siz evde ekleyeceksiniz yalnız.” diyor.

Okurken canınız mı çekti, yoksa şifa arayışında mısınız siz de? Bir telefon etmeniz yeter! Raflardaki tüm ürünleri kargo ile ülkenin dört bir yanına ulaştırabiliyorlar. Ve hiç merak etmeyin, kalitesinden memnun olmadığınız, tadını beğenmediğiniz ürünleri hiç itirazsız geri alıyorlar. “Böyle olması çok normal” diyor Seyaf Bey, “çünkü müşterinin parası onun için bir pırlantadır. Alın terinin, emeğinin karşılığıdır. Siz nasıl olur da onun pırlantasını kalitesiz mal vererek elinden alırsınız?”

Dükkana giren on kişi baharat soruyor ya da mis gibi kokan biber salçalarından kilo kilo alıyorsa, en az üç kişi de “neskafe, nesquik var mı?” diye soruyor. Nesquik yok ama hem gold hem de klasik neskafe bulabilmek mümkün. Seyaf Bey kulağıma fısıldıyor: “Yakında yine buralarda büyük bir dükkana geçeceğiz. O zaman eskisi gibi çok çeşitli mal bulundurabileceğiz.” Onların çeşit anlayışının boyutlarını bilmiyorum ama benim için bu küçük dükkanda 600 çeşit bitkinin bulunduğunu öğrenmek bile yeterince şaşırtıcı. Dükkanın asma katında iki genç gün boyunca çeşit çeşit baharatı hassas biçimde tartıp torbalara yerleştiriyorki müşteriler tartma işlemi sırasında gereksiz zaman kaybetmesin.

Diyarbakır’ın kara taşlı surlarının dışına çıkıp örneğin Ofis’e gittiğimizde yolda durdurup sorduğumuz insanların çoğu alışverişlerini Kör Yusuf’tan yaptığını söylüyor. Ben u Sen’dekiler de, Bismil’dekiler de...

Diyarbakır’ın lezzetleri denilince akla bir karpuz gelir, bir de kaburga dolması. Mimarisi denilince 5,5 km uzunluğundaki surlar, Ulu Cami ve taş evlerden oluşan eski şehir dokusu... Alış veriş denilince de giderek önemini kaybettiyse de bir zamanların o çok ünlü Japon Pazarı ve görünen o ki ününü hiç kaybetmeyecek olan Asırlık Baharatçı Kör Yusuf...
















Yorumlar

Çok Okunanlar