Adana Kazancılar Çarşısında 24 Saat
Kimileri bundan pek hoşlanmadığını söylese de uçaktan iner inmez, Adana’da ilk yaptığım şey saat kaç olursa olsun kendimi bir kebapçının kapısından içeri atmak... Adana’nın anlatılacak onca kültür zenginliği, doğa güzelliği, tarihi birikimi varken dönüp dolaşıp mevzuyu kebaba getirmek bir noktadan sonra gerçekten sıkıcı olabilir. Meseleye yalnızca karın doyurma mesafesinden bakılırsa, evet! Öte yandan kebabın kültürel yoğunluğunu, turistik çekiciliğini ve zaman içerisinde yitirmediği lezzetini biraraya getirirseniz, Adana’yı kebap üzerinden anlatabilirsiniz.
Bu bileşkeyi görünür kılan bir mekan da var üstelik
Adana’da. İster Adana Arastası deyin, ister Yemeniciler Çarşısı ya da
Kazancılar Çarşısı... Seyhan’da Sarı Yakup Mahallesi’nde, Ulu, Hasanağa ve Yağ
Camileri’nin arasında konumlanmış olan Kazancılar Çarşısı, Adana’nın en eski
çarşılarının başında geliyor. 1500’lü yıllarda, Ramazanoğlu Beyliği döneminde
yapılan bu camilerle yakın yaşta olduğu bilinen çarşı, haftanın farklı
günleriyle, günlerin farklı saatlerinde son derece ilgi çekici değişimler
yaşıyor. Bu değişimlerin bağlantı noktasında elbetteki öncelikle kebap var!
Ancak tek başına oturmuyor bu tahtta.
Şehre adını verdiği rivayet edilen Hititler’in Fırtına
Tanrısı Adad’ın dinlendiğini gösteren sıcak ve sakin bir sabah saatinde uçaktan
inip, duraktaki taksinin güleç şoförüne “Büyük Saat’e lütfen” dedim. İki altın
dişini göstererek gülümsedi: “Kalay yaptırmaya gitmiyorsun belli ki. Ama kebap
için de erken be abicim!” Durumu kısaca özetledim yol boyunca. Bakır döven
tokmakların sesinden, kalay tezgahlarındaki hararetli ateşin çıtırtılarından,
terzilerin dikiş makinelerinin ahenkli tıkırtısından, yemenicilerin usul usul
işleyen ellerinden başlayan bir hikayeyi anlatacak, günü geceye bağlarken
çarşıyı kaplayan ince kebap dumanına doğru seğirtip, fasıl boyunca eşlik
edeceğimiz Türk musikisinin hüzünlü nağmeleriyle hikayemizi derinleştirecektik.
Taksinin dikiz aynasında gözgöze geldik, yine gülüyordu: “Ya erken ya da geç,
bir ortası yok mu bunun be abicim? Nerde kaldı artık bakırcısı, yemenicisi...
Neyse, bol acılı bir Adana ye bari de bunca yol boşa gitmesin!”
Hem söylediği kadar vahimdi, hem de değildi durum. Adana
çoktan, doğup serpildiği bu bölgeden ötelere doğru yayılıp gitmiş, zenginliği,
çeşitliliği, bakımı da beraberinde yeni şehre doğru götürmüştü. Eski mahalleler
bir hayli yalnız görünüyordu. Bakımsızdı. 1881 yılı yapımı kesme taştan Büyük
Saat, çevrenin en genci olarak dinç bir görünümle, dimdik göğe doğru
yükseltmişti kendini. Gölgesi, yaşlı arastanın üzerine düşmüştü. Ve yine çoğu
yaşlı ustalar acele etmeden açıyorlardı dükkanlarının kepenklerini. Hemen her
kapının ardında, başka başka ustalıkların yıllarca önceden gelen, babalardan,
dedelerden ve hatta onların da dedelerinden gelen büyük bilgisi ve deneyimi
vardı.
Çarşıdaki beş yüzü aşkın küçük dükkanın bir bölümünde
terziler, kalaycılar, ayakkabıcılar, helvacılar, sandıkçılar, tüfekçiler,
hediyelik eşyacılar, bıçakçılar hala mesleklerini sürdürebiliyorlar. Fakat son
köşker, yani yemenici Abdurrahman Varan üç ay önce vefat etmiş. Artık
açılmayacak dükkanı ve onun yerine mesleği sürdürecek kimse de yok. Adı
kazancılar çarşısına çıkmış, ancak topu topu üç kalaycı kalmış kazanları
kalaylayacak. Ve zaten kazan satan da yalnızca iki dükkan var. Kapalı
kepenklerin üstünü örttüğü hikayeleri dinlemeye çalışıyorum yaşlı ustalardan.
50-60 yıldır burada tüfek bakım ve tamiri yapan Veysel Öztoprak, çarşının
geçmişindeki en eski ticaretin, pekmez ve süt mamülleri üzerine yapıldığını
anlatıyor. Şehrin bu ilk çarşısındaki küçük “dükkanların tümünün birer mahzene
sahip olması da bundan dolayı”, diyor. İlerleyen zamanlarda bit pazarına
dönüşmüş arasta. İkinci el eşyalar alınır, kaçak mallar satılır olmuş.
Bakırcılar, tüfekçiler, çilingirler, köşkerler sonradan girmiş buraya.
Veysel bey gibi, 50 yılı aşkındır arastada çalışan
Abdurrahman Develi, eski yemenicilerden. Bırakalı çok olmuş. Günümüz
ayakkabılarıyla rekabet edemeyeceğini anlayıp ticaretin başka alanlarına
yönelmiş.
Yeni Uğur Helvecısı’nın geçmişi de 1946’ya uzanıyor.
Cezeriyesi ile ünlü. Ankara Beypazarı ve Konya Ereğlisi’nin havuçlarını
kullanıyorlar yalnızca. Baharat, fıstık ve hindistan ceviziyle birleşen havuç,
bir mucizeyi yaratıyor: Cezeriye! Yeni Uğur’un diğer önemli ürünü tahin helvası
ise Çukurova susamından imal ediliyor.
Dınız Mobilya, çarşının en ünlü işyerlerinden. Ceviz,
katran, ardıç, gürgen ve andız gibi ağaçlardan Maraş’ta üretilen “çeyiz
sandıkları” ve çeyizlerin vazgeçilmezi olan yemenilerin içine konulduğu
“camekan”lar, 45 yıldır bu dükkandan Türkiye’nin ve hatta dünyanın dört bir
yanına dağılıyor. İnce el oyma sandıklar, güçlü geleneklerin günümüz yaşamında
dahi sapasağlam durabildiğinin göstergeleri adeta. Sandıkların fiyatları 50-250
milyon lira arasında değişiyor.
Kazancılar
Çarşısı’nın son üç kalaycısından
biri olan ve 13 yaşından beri bu işi yapan Ali Güzeloğlu da, kalaycılığın artık
yalnızca turistlerin ilgisini çektiğini ama bakır kapta pişen yemeğin tadını bilenler
yaşadıkça kalaycılık mesleğinin de ölmeyeceğini söylüyor.
Umduğum koşturmaca
yok arastada. Bir küçük çaycı elindeki askıyı döndüre döndüre çay dağıtıyor
dükkanlara. En hızlı ve yoğun hareket onunki. Tek tük müşteri, elindeki tüfeğin
tetik mekanizmasını onartmaya, bir yoğurt bakracını ya da düğün mevsimi olduğu
için büyük bakır kazanlarını kalaylatmaya geliyor. İnsan trafiği akşama doğru
artıyor. Esnafın kepenkleri yavaş yavaş kapatmaya başladığı saatlerde buralara
başka vesilelerle pek de gelmeyen farklı bir grup insan akın ediyor. 6. Sokak’ı
kaplayan masalar hızla doluyor. Çok sayıdaki garson, bardakları düzeltiyor,
meze tepsilerini taşıyor, rakı şişelerini yetiştiriyor, büyük ocağın közü
üzerine Adanalar, çöp şişler, kanatlar, biberler, domatesler atılıyor birbiri
peşine.
Ünleri şehri çoktan
aşmış iki kebapçıdan “Onbaşılar” bir süredir kapalı. 1928 yılından bu yana açık
olan Kazancılar Tarihi İstanbul Kebap Salonu sokağın tek hakimi. Yağmura karşı
korunaklı hale getirilmiş açık hava bölümünde 400 kişiyi ağırlayabiliyor. Kışın
ise üç katlı mekanda 500 insan aynı anda kebap yiyebiliyor.
Kebabın ilk
ustalarından Kebapçı Yunus’un adı sık sık anılıyor. Kazancılar Kebapçısı’nın
ustası ise “Sülo” olarak bilinen Süleyman Usta. Mekan yıllar içerisinde epey el
değiştirdikten sonra şimdiki sahibi Süleyman Gökmen tarafından işletiliyor.
Burada öncelikli yiyecek kuşkusuz Adana. Sedat ve Ümit
ustaların lezzetlendirdiği kebaptan mümkünse bir buçuktan aşağı yememek lazım.
Kebabın maydanoz ve sarımsak ile terbiye
edilmişi de çok revaçta. Yanında küçük peynirli pide ve fındık lahmacun, süzme
yoğurt, patlıcan salatası, taze nane... fırınlanmış soğan da nar ekşisi, sumak
ve maydanoz ile karıştırılıp ılık ılık masaya getiriliyor. Tahin salatası
‘olmazsa olmaz’lardan. Yoğurt ile tahinin böylesine nefis bir mezeyi
oluşturması şaşırtıcı. İçindeki maydanoz veya marulun da katkısını unutmamak
lazım! Beş on çeşit meze, ara sıcak olarak birkaç çöp şiş, ana yemek olarak
Adana, yanında rakı ve şalgam suyu... bu mükellef sofranın üstün lezzeti ile
gecenin finalindeki hesap birbirine taban tabana zıt: 3,5 milyona kebabı, 2
milyona mezeleri yiyebiliyor, şişesi 1 milyona şalgam suyu ile 15 milyona büyük
rakıyı sofraya koydurabiliyorsunuz.
Süleyman bey, yiyeceklerde kullandıkları etler ve sebzeler
konusunda çok hassas. Yalnızca orta yaş, erkek koyun eti alıyor. Erzurum,
Diyarbakır ve Batman’dan günlük getirtiyor. Bu özenli yaklaşım, uzun yıllar
boyunca başta Sabancı ailesi olmak üzere sayısız ünlüyü müdavim haline
getirmeye yetmiş.
Gecenin rengi, neşesi ise Kolozlu Ahmet ve Udi Salim ile
ekiplerinin binlerce şarkıdan oluşan Türk Sanat Müziği repertuarları. Sekiz
kişilik ekip, misafirlerini kırmamak için poptan, hafif müziğe kadar
sınırlarını genişletmiş. Herhangi bir şarkının başından, ortasından, sonundan
bir mısraını söylemeniz onlar için yeterli.
Cumartesi akşamları bu keyifli atmosferden ayrılmayıp sabaha
karşı ikiye, üçe kadar yemeye içmeye devam ediliyor. Sonra bir otomobile
atlayıp Adana’nın ünlü mumbarcılarına doğru yola çıkılıyor. Maksat mekan
değişikliği ve zaman geçirmek. Çünkü kuşluk vaktinde geri dönülecek Kazancılar
Çarşısı’na. Öyle hemen pes etmek yok. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber çarşının
bir başka sokağı hareketleniyor. Yalnızca Pazar sabahlarına mahsus olmak üzere
ciğercilerin tezgahları kuruluyor sokağa. Saat yedi olmadan tezgahların
çevresindeki küçük masalar doluyor. Ocaklardan yükselen duman her yanı kaplıyor
ve müşterileri mistik bir şark sabahının doruk noktasına ulaştırıyor.
Müşteriler de hazırlıklı geliyor. Ceket ceplerinden, çantalardan rakılar,
biralar çıkıyor. Beş altı ayrı ocakbaşındaki 100-150 müşteri hummalı bir
hareketlilik yaşatıyor sokağa. Şalgam suları açılıyor, domates, soğan ve
maydanoz sofraların baş köşesinde yerlerini alıyor. Şık hanımefendiler mekanın
salaşlığına aldırmadan dürüm ciğerlerini ısırıyor, kravatlı beyefendiler rakı
kadehlerini “şerefe” kaldırıyor. Adana’nın yeni yüzü ile tarihten gelen yüzü
Pazar sabahları Kazancılar Çarşısı’nda buluşuyor.
Yorumlar
Yorum Gönder