Karlar Diyarının Şarkısı: Ilgaz



Karlar diyarına yolculuk başlıyor. Göz alabildiğine uzanan çam ormanlarının kuytularına kadar sokulmuş beyazın sessiz dünyası... Ilgaz Dağı burası. Çocukluğumuzun sıcak anılarından çıkıp, soğuk kuzey rüzgârlarına karşı duran bir türküyle karşılıyor bizi dorukları: "Ilgaz, Anadolu'nun/ Sen yüce bir dağısın..." Kıvrıla büküle uzayıp giden yolun iki yanındaki karlarla kaplı çamlar, Ilgaz'ın ezgisine salıntılarıyla eşlik ediyorlar. Ötelerde, göremediğimiz bir tepenin yamacında bir karaca muhtemeldir ki kulak kabartıyor müziğe. Birbirleriyle dans edercesine yere doğru süzülen kar tanelerinden oluşan notalar, doğanın müziğinde adagioyu işaret ediyor. Yavaş, daha yavaş... Şehrin çok gerilerde kaldığını artık daha iyi anlıyoruz.

Karlar ülkesindeki misafirliğimiz, 1790 metredeki otele yerleşmemizle başlıyor. Dışarıda sıfırın altında 15 dereceyi bulan ısıya karşın, otelin içi oldukça sıcak. Bardaki şöminede yanan odunların çıtırtısı eşliğinde içilen kahve, bizi soğuğa yeniden hazırlıyor. Vakit kaybetmeden beyazın egemenliğindeki coğrafyaya teslim ediyoruz kendimizi. Şiddetini giderek artıran tipi, Ilgaz'ın en yüksek tepesi olan Büyük Hacet Tepe'yi, yerel adıyla Koca Ilgaz'ı görünmez kılıyor. Oysa bu 2587 metre yüksekliğindeki doruğu uzaktan görmekten başka şansımız da yok zaten. Kış aylarında, Ilgaz Dağı'nın pek çok bölgesi gibi, Koca Ilgaz da karla kapanan yollar yüzünden yalnızlığına çekiliyor, sessizce baharı bekliyor. Tipi kesildiğinde, eğer sis de çökmemiş olursa, ona bir merhaba diyebiliriz.

Ilgaz Kayak Merkezi'ne doğru ilerliyoruz. Burası, Ilgaz'ın Çarklı Yayla mevkiine kurulu küçük bir kayak merkezi. Piste, Doruk Otel yönünden, 600 metre uzunluğundaki baby lift aracılığıyla ve otelin sunduğu hizmetlerden biri olan römorklarla ya da motoru güçlü, tekerlekleri zincirli otomobilinizle ulaşabiliyorsunuz. Ya da Çarklı Yayla mevkiinde bulunan Köy Hizmetleri ve Orman Müdürlüğü tesislerinin hemen yakınındaki 693 metre uzunluğundaki telesiyej ile pistin başına çıkabiliyorsunuz. Tepeden aşağılara doğru kayarak, rüzgârla yarışmanın keyfini çıkarmak ya da ciğerlerinizi bol oksijenle dolduracağınız bir yürüyüşe başlamak için ideal bir nokta burası. Ilgaz Kayak Merkezi'nin hafta sonları ve tatil günlerinde yoğunlaşan ziyaretçi trafiği, hafta arasında son derece sakinleşiyor. İstanbul'a 450, Ankara'ya 200 kilometre uzaklıktaki bu karlar ülkesi, barındırdığı tesisler tam dolu olduğunda bile, gizemli sessizliğini korumayı başarıyor.

Ilgaz Dağı, Kastamonu ile Çankırı illerinin sınırını çiziyor. Adını, Çankırı yönünden eteklerine kurulmuş ilçeyle paylaşıyor. Çankırı, deniz tanrısı Poseidon'un, Paphlagonia Dağları'nda çobanlık yapan oğlu Nikostratos tarafından kurulduğu rivayet edilen bir kent. Nikostratos, yeni doğan bir keçi yavrusuna koyduğu adla anılmasını istemiş, kurduğu kentin. Kentin adı Gangra olmuş böylelikle.

Ilgaz ise, Sümerler'e ait bir topluluktan almış adını. Kastamonu ile kökende adaşlığı bile var. Yörede yaşayan topluluğa Gaslar, denirmiş. Gaslar şehri anlamındaki Gas-tumanna, Kastamonu'ya, Gas ili anlamındaki El-Gas da Ilgaz'a dönüşmüş zaman içinde. Charles Texier'in 1830'larda kaleme aldığı metinlerinde, Ilgaz'ın eski adının Olgasos olduğunu söylüyor. Osmanlı dönemindeyse, ilçenin bulunduğu yöre, Koçhisar adıyla anılıyor.

Yöredeki yerleşimin kökenleri Hititler'e kadar uzanıyor. Ilgaz İlçesi yakınlarındaki Salman Höyük'te yapılan araştırmalarda, İlk Tunç Çağı'na ait buluntular elde edilmiş. Ateş boyalı bakır çanak çömlek ve diğer bulgular, etimolojik olarak, Anadolu'nun geneline yayılmış olan step yerleşimi niteliğinden çok, orman yerleşimi niteliğini ortaya koymuş. Hititler'den sonra Kimmerler ve ardından Lidyalılar yerleşmişler Ilgaz çevresine. M.Ö. 546 Pers istilasıyla el değiştiren egemenlik, 330'da bu kez de Büyük İskender'e geçmiş. İlk önemli yerleşim bu dönemde gerçekleşmiş Ilgaz'da. Dağ yamaçlarının Çankırı'ya doğru düzleştiği noktada, bugünkü İnköy civarında Kimiate adıyla anılan büyük bir başkent kurulmuş. İnköy'deki kaya mezarlarının tarihi de yaklaşık bu döneme denk düşüyor. M.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelen Ilgaz, Bizans dönemini de yaşayıp Malazgirt savaşından kısa bir süre sonra, Türk boylarının egemenliğine girmiş. Osmanlı'ya dahil olduğu dönemse Yıldırım Beyazıt'ın iktidarda olduğu dönem.

Tarih, bir noktada bitmiyor elbette. Kurtuluş Savaşı yılları da Ilgaz için büyük önem taşıyor. Orduya cephane Ilgaz üzerinden ulaştırılıyor. O yıllara ait bir hikâyeyi aktaralım: Top mermileri ile yüklü kağnısıyla dağı aşmaya çalışan yaşlı bir kadın görüyor, yörede görevli komutanlardan biri. Çamura saplanan kağnıyı yürütemeyeceğini anlayan kadın, çaresizliğe teslim olmuyor ve yaşından beklenmeyecek bir güçle, mermilerden birini sırtlayıp yola devam ediyor. Bu olay Mustafa Kemal'e aktarıldığında, Paşa, kadının bulunup kendisiyle tanıştırılmasını istiyor. Ancak bulunamıyor. Bunun üzerine, savaş sonrasında Ankara'da yapılan Kurtuluş Savaşı Anıtı'a bu yaşlı kadını da temsil eden bir figür ekleniyor. Bu hikâyedeki yaşlı kadın gibi daha niceleri, Ümmihan Nene, Eksikli Salih, Şakir Ağa, Arif Sağlam, Halil Ağa gibi pek çokları var Ilgaz'da anılan.

1975 yılında Milli Park statüsüne kavuşan Ilgaz Dağı, Batı Karadeniz bölümünün en yüksek dağ kütlesi olma özelliğini taşıyor. Uzunluğu 50 kilometreye varan kütlesi, Batı'da Bolu ovasının kuzeyinden başlayıp, doğuda Devrez Çayı vadisi kuzeyinde Kızılırmak boğazlarına kadar uzanan bir silsilenin, Bolu-Ilgaz Dağları silsilesinin önemli bir parçası. 2000 metreye kadar iğne yapraklı ormanlarla kaplı. Daha yükseklerde Alpin bitki örtüsü hakim. Kuzey rüzgârlarının etkisindeki Ilgaz Dağı'nda, sarıçam, karaçam, köknar, ardıç, kayın ve meşe ağaçlarını görmek mümkün. Güney yamaçları ise Tosya ormanları ile bezeli. Kış aylarında karlarla kaplı beyaz coğrafyası, baharla birlikte renkleniyor. Örneğin ormanlarda yetişen 24 cins orkide, Ilgaz'ın nadide gelinleri gibi. Baharda binbir çeşit çiçekle çehresi değişen Ilgaz'ın güzelliğinin tadına varmak için Kadınçayırı ve Aydos yaylalarına çıkmak gerekiyor. Ancak, Koca Ilgaz gibi onlar da kar çekilene kadar sessiz ve yalnızlar.

Durdurak bilmeksizin çalışan Karayolları ekiplerinin tüm uğraşlarına rağmen açık tutubildiği ancak bir kaç köy yolu var Ilgaz'da. Kastamonu sınırlarındaki Bostanköy bu şanslı köylerden biri değil ne yazık ki. Çankırı'dan Kastamonu yönüne giderken yolun sağındaki tepenin sırtına kurulmuş, mimarisiyle hemen dikkatleri çeken bir köy burası. Yoldan geçerken görebildiğiniz bir köye otomobilinizle ulaşamamak oldukça düşündürücü. Karayollarının kar araçlarıyla geçilebilen yolun sonunda çam ve ardıçtan yapılmış çatma evleri yakından görmek gerçekten heyecan verici. Köydeki hayat, kış boyunca tümüyle içine kapalı bir biçimde sürüyor. Köydeki evlerde, Ramazan ayının gözde yerel yemeği 'keşkek'i, güveçlerde fırınlara atan kadınlar çeşme başı sohbetini sürdürürken, çocuklar soğuğa aldırmadan kızaklarıyla Ilgaz yamaçlarının ve karın keyfini çıkartıyor. Ilgaz'daki birçok köyde olduğu gibi, Bostanköy'de de ev kapılarının üstüne geyik boynuzları asılmış. Bunun bereket için eskiden beri yapılageldiğini söylüyor köylüler. Ormanın ve dağın, hayata soktuğu inanışlar pek çok. Bir insanın önünden tavşan geçmesini uğursuzluk olarak görüyorlar örneğin. Tilki ya da kurt ise talihin açılacağına delalet...

Ilgaz ormanlarında yabanıl yaşam, kontrolsüz avlanmaya karşın hala canlılığını koruyor. Ormanların derinliklerinde hala geyikler, karacalar dolaşıyor. Ayılar, kurtlar, tilkiler, köylerin yakınına kadar iniyor kış aylarında.

Bostanköy'den sonraki durağımız, dağın Çankırı tarafındaki Çatak Köyü. Çatak köylüleri, Bostanköy'dekiler kadar bile şanslı değil. Kar yolları kapattığında aylarca köylerinde mahsur kalıyorlar. Köy Hizmetleri'nin grayderleri arada bir yolu açtığında ilçeye gidip, ihtiyaçlarını temin ediyorlar. Yalnızca bu kış aylarına mahsus değil yoksunlukları. Yılın üç ayında, ormanda kesim işinde çalışabilen erkekler ve dağın yamaçlarında, kara sabanla toprağı harmanlayıp buğday yetiştirmeye çalışan kadınların yaşadığı yoksul bir köy Çatak. Yoksullukları, yüreklerinin sıcaklığını etkilemiyor. Misafirlerini el üstünde tutuyorlar. Kendilerini anlatmaya çalışıyorlar; devletten beklentilerini, gündelik hayatın monotonluğunda yarattıkları değerleri... On bir-on iki yaşlarındaki kız çocuklarına, bir çırpıda açtıkları sandıklarından yerel giysilerini giydiriyorlar görmemiz için. Altta bir şalvar, üstte üçetek. Ekonomik durumu biraz daha iyi olanlarda bindallı, okkalık, telli... Şalvarlar, uçkurlarla bele ve bacağa tutturuluyor. Üçeteğe, eskiden, gümüş ya da altın kemer takıldığını söylüyorlar bugünün yoksulluğundan yerinmeden. Üçeteğin üstüne fermane ya da salta giyiliyor. Başa fes geçirilip, çevresine oyalı yemeni sarıyorlar. Fesin püskülü, küçük kızların beline kadar iniyor. Ayaklarında topuksuz yemeni ve çarık. Tüm Ilgaz yöresinin ünlü tiftik ve yün çoraplarını da saymak gerek elbette. Çorapların ünü, dokumasından olduğu kadar desenlerinden de geliyor: Subay çimdiği, katip kirpiği, işkembeli, fıstıklı, en gözde desenler.

Karlar ülkesindeki ikinci günümüzün sabahı pırıl pırıl bir güneşle aydınlanıyor. Uzaklardaki Koca Ilgaz'a günaydın diyerek başlıyoruz yeni güne. Avuçlarımıza aldığımız kar kristallerinin birbirine benzemeyen şekillerinde kıpırdayan ışıltılar, içimizdeki yorgun şehirliyi dirilten soğuk kuzey rüzgârı, çocukluk düşlerimizi canlandıran atlı kızakla yapılan küçük gezinti, belki biraz kartopu oyunu, belki bir kaç saat kayak... ve sonra yine şömine başında bir iki kadeh içkiyle karşılanan akşamın sessizliği... Dışarıda, çam gölgelerinde önce mavileşen, sonra laciverte dönüp kararan karlar ülkesi...

Yorumlar

Çok Okunanlar