Haliç’e Doğru Martı Gibi Süzülen Sokaklarıyla Zeyrek
Yıllar usul usul geçip giderken kim direnebilir ki zamana?
Ne envayi çeşit diyet, ne spor, ne gözaltı kremleri, ne yeni nesil cilt bakım
kürleri, ne de şifalı otlar... Bir parça zaman kazanır beden, hepsi o. Ya
şehirler? Biraz yükselip yukarıdan bakın; nasıl hızla akıyor hayat. Trafik,
insan, atıklar, mimari yenilenme, yıkımlar, kaçak yapılar, politika ve doğanın
bizzat kendisi... Şehirler direnebilir mi zamana?
İnsanın teslimiyeti gibi kaçınılmaz değil şehirlerinki.
Yaşam sevgisi, kent kültürü, doğru politikalar, yeterli bütçe ve özenli
uygulama şehirlerin ömrünü alabildiğine uzatabilir. Ya da tersi, ne yazık ki!
İstanbul kritik noktada. Değerlerini hızla yitiriyor. UNESCO tarafından Tarihi Yarımada içindeki dört bölgesinin yani
Süleymaniye, kent surları, Sultanahmet arkeolojik park alanı ve Zeyrek’in,
Dünya Mirası Listesi'ne alınmasına karşılık surların bir parça restore edilmesi
dışında, diğer üç bölge için henüz ciddi adımların atıldığı söylenemez. Bu
nedenle UNESCO uyarıyor: "Ayasofya kadar önemli" diyerek acilen restore edilmesi
isteniyor Zeyrek Evleri’nin. Hatta "Bu konuda birşey yapmazsanız
İstanbul'u dünya kültürel miras listesinden çıkarıp kara listeye alırız"
tehdidinde bulunuyor.
Fatih
Belediyesi, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Valilik, Kültür Bakanlığı ve sivil
toplum örgütleri bu uyarılardan sonra harekete geçtilerse de rölevesi
çıkartılan 60 tarihi evin kurtarılması için atılan adımların devamı uzun süre
gelmedi. Şimdilerde Fatih Belediyesi'nin girişimleri sonucunda İstanbul
Valiliği beş evin restorasyonunu yapmaya kararlaştırmış durumda. Ayrıca
belediye de kendi bütçesi veya sponsorlar yardımıyla birkaç evin restorasyonunu
yapacak. Bu yöntem uygulanabilirse geçtiğimiz on-onbeş yıl içinde hızla yanıp
yıkılan tarihi evlerden ayakta kalabilenlerin tamamı şehre yeniden
kazandırılabilecek.
Zeyrek, Bizans’ın surlarla çevrildiği ilk dönemlerde
Pantokrator Manastırı’nın kurulmasıyla gözde bir semt haline gelmiş.
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından müslümanların
yerleşimine açılmış. Fatih’in Ayasofya’da papaz odalarında kurduğu ilk
üniversiteden sonra, Pantokrator Manastır Camii (Molla Zeyrek Camii) ve
Medresesi İstanbul Üniversitesi’nin temeli, müderrisi ise Mevlana (Molla)
Zeyrek Mehmet Efendi olmuş. Semt de adını dönemin bu önemli bilgininden almış.
Pantokrator bugüne kalabilmiş önemli Bizans kiliselerinden biri. Yapının tarihi 12. yüzyılın ilk çeyreğine dek uzanıyor. Üç kilisenin bir araya gelmesinden oluşan Pantokrator, Ayasofya'dan sonra, ayakta kalan en büyük kilise. Fatih Sultan Mehmed zamanında tamamı camiye dönüştürülmüşse de bugün yalnızca küçük bir bölümü cami olarak kullanılıyor.
Bugün hala ayakta olan Molla Zeyrek Medresesi’nin çevresinde Türk mimarisinin İstanbul'daki ilk örnekleri olan ahşap evlerin yapılışı da 15. yy’a kadar uzanıyor. Bu evlerde dönemin aydınları, devlet görevlileri oturmaya başlamış. Evler, deprem ve yangınlara rağmen 1900'lü yıllara kadar ayakta kalmayı başarmış. 1909 yılında büyük bir yangın geçirdiyse de onarılarak yeniden hayata döndürülmüş. Cumhuriyetle birlikte gözden düşen semt, zamanla dar gelirlilerin oturduğu bir yere dönüşmüş. Günümüzde memur ve işçi ailelerinin ağırlıklı olarak yaşadığı Zeyrek Unkapanı'ndan Aksaray'a doğru, Haliç'i ve Marmara'yı kucaklayan panaromasıyla hala çok etkileyici fakat bir o kadar da yorgun.
Unkapanı’ndaki
Atatürk Bulvarı’nın hemen üst tarafında yeralan Zeyrekhane, semtin yenilenmeye
başlayan yüzünün yegane örneği. Zeyrekhane Fatih Belediyesi ile Rahmi Koç
Müzecilik ve Kültür Vakfı’nın işbirliği ile gerçekleştirilen bir proje.
Muhtelif yangın ve depremler sonucu birkaç tonozu ayakta kalabilen bir harabe
halindeki bu büyük manastır ve medresenin bir bölümünün restorasyonu sonucu
kente kazandırılan mekan hem İstanbul’un en doyumsuz seyir yeri hem de eşsiz
lezzetlerin önemli bir adresi haline gelmiş durumda. Bir akşamüzeri, yemek saatinden hemen önce, mümkünse
dolunay zamanı gidilmeli Zeyrekhane’ye. Sırtınızı Zeyrek Camii’ne verip,
yüzünüzü Süleymaniye’ye çevirin, nar suyunuzu yudumlarken! Aşağılarda Haliç,
biraz ötede Karaköy kıyıları ve uzaklarda sisler içinde Galata Kulesi, Topkapı
Sarayı, Üsküdar, Kız Kulesi ve Kadıköy...
Zeyrekhane’de
dingin bir ikindi vakti ve ardından gelen huzurlu akşam, bu şehri yeniden
hatırlamanıza yardımcı olacak. Maya tuttuysa, hemen ertesi sabah erkenden, geç
kaldığınız duygusuyla başetmeye çalışarak Zeyrek’in ara sokaklarına atacaksınız
kendinizi. İtfaiye Caddesi’nden, Zeyrek Caddesi’ne, oradan Zeyrek Mehmet Paşa
Sokağı’na ve mutlaka İbadethane ve Fazilet Sokakları’na uğrayarak yüzlerce
yılın izleriyle dolup taşan mahallenin kendine has kokusunu içinize
çekeceksiniz. Bir sonraki gün o mahalleyi orada bıraktığınız gibi bulamama, o
kokuyu ne Zeyrek’te, ne de Süleymaniye’de, İstanbul’un bir daha hiçbir yerinde
duyamama endişesiyle uyarılan algılarınızla geçeceksiniz kagir yapıların, ahşap
konakların önünden. Zembilli Ali Efendi Evi’ni, Sübyan Mektebi’ni
unutamayacaksınız.
Maya
gerçekten tuttuysa Zeyrek yok olmayacak. Yüzlerce yıldır direnen şehir daha
nesiller boyu geçmişten gelen tüm güzelliğiyle varlığını sürdürecek. Biz aynada
saçımızdaki beyaz telleri sayarken, maya tuttuysa eğer, konaklar yenilenecek,
gençleşecek, sokakların o “eski İstanbul kokusu” geleceğe doğru yayılmaya devam
edecek.
Yorumlar
Yorum Gönder