Gezi Direnişi Kitabı / 2013



Ihlamurlar çiçek açmak üzereydi. Ihlamur kokuları bütün parka yayılacak, çoluk-çocuk binlerce İstanbullu çınarların, meşelerin, ladinlerin, akasyaların, incirlerin gölgesinde 60 senedir olduğu gibi soluklanacak, yorgunluk atacaktı.

İstanbul Valisi’nin ıhlamur kokularından ve arı vızıltılarından bahsettiği “twit”i henüz gündemde değildi.

İktidar sahipleri son bir yıldır 60’a yakın ağaç ve çalı türünden 660 kadar ağacı barındıran Gezi Parkı’nın yerine bir replika bina inşa etmekten söz ediyordu. Ortasında paten pistinin bulunacağı bir alış-veriş merkezi yapma hayaline kapılmışlardı. Bu hayal döndü dolaştı şehir müzesine kadar işlev değiştirdi ama değişmeyen şey ağaçların yerine bir beton yapı yerleştirmekti. 2013 yılı, İstanbullular’ın parkta soluklanacakları son yıl olmak üzereydi.

Taksim Meydanı’nı trafikten arındırmak iddiasıyla ortaya atılan Taksim Yayalaştırma Projesi’nin en önemli eklentisi olan Topçu Kışlası replikasının yapımı kimilerine göre Beyoğlu’nun Tarlabaşı ve İstiklal Caddesi hattındaki dönüşümünü hızlandırma amaçlıydı, kimilerine göre ise Kemalizm ile hesaplaşmada sembolik bir ataktı. Ya da ikisi bir arada…

Taksim Yayalaştırma Projesi’ne itirazlar 2012 yılında başladı. Seyrek de olsa birkaç yüz kişilik protestolarla kamuoyu uyarılmaya çalışılıyordu. Taksim Meydanı’nın karmaşadan kurtarılmasında hemen herkes hemfikirdi fakat bir oldu-bitti ile meydanın betonlaştırılması gibi ciddi bir tehlike de söz konusuydu. Uyarılara kimse kulak vermedi önceleri. Taksim Dayanışması’nın başlattığı nöbetlerde on binlerce bildiri dağıtıldı, imzalar toplandı. Sivil toplum örgütleri peş peşe kamuoyuna bildiriler sundu. İktidar kararını gözden geçirmeyi düşünmedi bile. Önce Gezi Parkı içindeki ağaçların üzerine kırmızı çarpı işaretleri konuldu, sonrasında da yayalaştırma projesi için kazı çalışmaları başladı. Nihayetinde iş makineleri yol genişletme gerekçesiyle ağaçları sökmeye davrandı. Ve her ne olduysa o gün oldu, her şey o gün başladı.

Uzun bir süredir toplumun iç dinamikleri sancılı bir değişim içindeydi. Erk el değiştiriyordu Türkiye’de. Kemalizm’in 80 yıllık sultası sarsılıyor, siyasal İslam kisvesindeki liberal ekonomi tutkunu muhafazakarlar kilit noktaları ele geçiriyordu. Eşi benzeri görülmemiş operasyonlarla askeri vesayetin altı oyuluyor, çalışan kesimin hakları her alanda daraltılıyor, eğitimde yapılan değişikliklerle gelecek yeniden biçimlendiriliyor; merkezden, sağdan ve soldan gelen her muhalif itiraz uzun süreli tutuklamalarla cezalandırılıyor, sindirilmeye çalışılıyordu. Kentsel dönüşüm adı altında şehir merkezlerindeki dar gelirliler yerlerinden ediliyor, kültür ve sanat alanında ticari ve ideolojik anlamda büyük müdahaleler yaşanıyordu. İnsanların yaşam tarzlarına yönelik toplumda ayrışmaya sebep olacak beyanatların ardı arkası kesilmiyordu. Kadın salt anne konumuna indirgenmeye, doğurganlığı bile devlet eliyle biçimlendirilmeye çalışılıyordu. Sezeryanın yasaklanması, kürtaj tartışmaları, ailelerin üç çocuk sahibi olmaya yönlendirilmeleri gündemi sürekli meşgul ediyordu. Alkollü içki üretimi ve tüketimi konusundaki düzenlemeler, valiliklere ve belediyelere bu konuda verilen yetkiler kamuoyunda ateşli tartışmalar yaratıyordu. Zaman zaman etnik, zaman zaman da dinsel gerilimlere neden olacak söylemler de üreten iktidar kendine geniş bir hareket alanı yaratma çabası içine girmiş, boyun eğmişliği benimsediği varsayılan toplumu, demokrasiyi oy hesabına indirgeyip parçalı bir yapı yaratarak yönetmeyi deniyordu. Ancak biriken tepki hafife alınmış ve belki de yok sayılmıştı. Oysa “yasak ne ayol?” diyen onbinler kıpırdanıyordu.

Hesabın tutmadığı, ilk ağaç devrildiğinde anlaşıldı. Suskun ve apolitik olduğu genel kabul gören büyük bir genç kitlesi yaşam alanlarının fütursuzca yağmalanmasına, düşünce özgürlüklerinin ve söz haklarının gaspedilmesine öyle bir tepki verdi ki, sesleri neredeyse bütün dünyada yankı buldu. Sanıldığının tersine bilgisayarlar ve internet onları sindirip sanal dünyada hapsetmemiş, şaşırtıcı biçimde birbirlerine yaklaştırmıştı. Gezi Parkı’nda sıkılan gazların, yakılan çadırların dumanı binlercesini “Gel! Gel! Gel!” diyerek Taksim’e çağırdı.  Gençlere, diğer tüm öfke biriktirenlerin de katılmasıyla büyüyen kitle, iktidar sahiplerini aklı selim davranmaya davet ediyordu aslında. Bu davete hem sözel, hem de fiili şiddetle cevap verdiler. Susmaları gereken yerde susmadılar, geri çekilmeleri gereken yerde üstüne üstüne gittiler. Hep yaptıkları gibi adaletsiz, acımasız ve vicdansız yanlarını çekinmeden ortaya koydular.

Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı, Ethem Sarısülük’ü ve Mehmet Ayvalıtaş’ı katlettiler. Onlarcasını sakat bıraktılar, binlercesini yaraladılar, gözaltına aldılar, tutukladılar. Yine de susmadı insanlar.

Taksim’den yükselen itirazlar önce bütün İstanbul’a ve hemen peşi sıra Ankara, Adana, Hatay, Eskişehir, İzmir başta olmak üzere Türkiye geneline yayılarak büyüdü. “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz?” diyen yüzbinlerce insan için her yer Taksim, her yer direnişti artık.

Özgürlüklerimizin sembolü haline gelen Gezi Parkı, başkaldırmaktan korkmayanlar; o biricik, değerli hayatlarını ortaya koymaktan çekinmeyenler sayesinde kurtarıldı.

Bugün hala Gezi Parkı’ndaki akasyaların, incirlerin, çamların gölgesinde; içimizde bunun bir başlangıç olduğu inancıyla oturabiliyorsak bu, ağaçlara, yaşam alanlarına, özgürlüklerine sahip çıkan o yüzbinlerce insan sayesinde mümkün olabildi…

Yücel Tunca-2013
(Fotoğraf Notları kitaplarının ilki olan Gezi Direnişi kitabının giriş metnidir.)

Yorumlar

Çok Okunanlar