Galata

Neyse ki bir küçük incir ağacı duruyor köşede. En eskiye dair göndermeleri onun üzerinden yapacağız. Çünkü buranın bilinen en eski adı “Sike”. Grekçe’den çevirisi “incir ağaçları”... ya da kısaca “incirlik”! Bu isim güzel, bize de yabancı değil. Fakat elbette Galata’dan vazgeçecek değiliz. Sike’den vazgeçip 8. yy’dan sonra buraya “sütler” anlamına gelen Galata denmeye başlanmış olmasının bölgeye yerleşen ve mandralar kuran Slav halklarıyla bir ilgisi vardır kuşkusuz. İz sürmeye devam edersek 70’li yıllara kadar Karaköy civarında hizmet veren muhallebicileri bile tarih zincirinde yerli yerine oturtabiliriz. Galata, bizi günümüzden alıp çok eskilere kadar uçurabilecek bir eski zaman masalından çıkma büyülü bir kent parçası olduğu için tarihin yazdığı gerçekler, burada efsanelerle içiçe geçerek yeni bir gerçekliğe ulaşıyor.

Tarih sahnesine şöyle bir bakarsak; 334-327 yıllarında Galata Bizans’a aitken, kente dönüşmeye başladığını görürüz. I. Theodosios (408-450) zamanında 436 hane, tiyatro, hamam ve de limanı ile gerçek bir kent olur çıkar karşımıza. Bağımsız bir Ceneviz kolonisi halinde varlığını sürdüren Galata, Osmanlı idaresinde de bu durumunu korur.

Denizcilikleri ve deniz ticareti alanandaki başarılarıyla tarih sahnesinde yeralan Cenevizliler’in Galata’daki kolonileri de büyük kapital gücü sayesinde özerk yapılarını sürdürmeyi hep başarmıştı. Avrupa’nın ve Osmanlı’nın ünlü bankerleri Galata’da bürolar açmaya başladı. Bu bankerlerden Kamondo ailesi, bölgeye köklü izler bıraktılar. Kırım Savaşı sırasında Osmanlı’ya borç para verecek kadar güçlü olan ve Osmanlı’da gayrimenkul edinme izni alan ilk yabancı uyruklu aile olma özelliği de taşıyan Kamondo ailesi, Galata Kulesi civarından Bankalar Caddesi’ne kadar bir çok bina inşa ettirmiş, el koymuş ya da satın almıştı. Okula giden çocuklarına kolaylık olsun diye yaptırdıkları Yüksekkaldırım’dan Bankalar Caddesi’ne inen sekizgen forma sahip Kamondo Merdivenleri günümüzde şehir mimarisinin son derece önemli parçalarından biri olarak görülüyor.

Kamondolardan ve onların mülklerinden sözetmekte biraz acelecilik ettik sanırım: Galata Kulesi’nin hikayesine göz atmadan diğer Galata hikayelerine geçmek biraz yakışıksız kaçıyor. İsmini semtinden alan ünlü kule, 1348’de Cenevizliler tarafından koloninin kuzey sınırına yapılmıştı. O zamanki adı İsa Kulesi’ydi. Kule ilk olarak hapishane görevi gördü. Daha sonra yüksekliğinden dolayı 1717’den 1962’ye kadar yangın kulesi olarak kullanıldı. 77 metreden birkaç santim daha yüksek olan Galata Kulesi’ni efsaneleştirme işi, Evliya Çelebi’ye düşmüştü. 17. yy’da tarihi kayıtlarda yalnızca onun sayfalarında görebildiğimiz mucize kabilinden bir olay yaşandı: Hezarfen Ahmet Çelebi adındaki bir amatör bilgin, lodoslu bir havada kuleye çıkar ve kendini boşluğa bırakıp kanat çırparak Üsküdar’a dek uçmayı başarır. IV. Murat tarafından önce bir kese altınla ödüllendirilirse de sonrasında Cezayir’e sürgün edilir. Tüm bu bilgi Evliya Çelebi’nin verdiği bilgidir ve çok uzun yıllar boyunca bir gerçek olarak kabul görmüş ve okullarda dahi okutulmuştur. Ancak son yıllarda olay efsane yapısına yavaş yavaş geri dönüyor. Son derece titiz tutulduğu bilinen Osmanlı kayıtlarında ne bu olaya, ne verilen bir kese altına ne de sürgüne ve de bu isimlerde bir insanın yaşamış olduğuna dair bir belge bulunamıyor.

Galata 20. yüzyılın ortalarına kadar kozmopolit özelliğini korumuşsa da 6-7 Eylül olayları sonrasında büyük bir kaçışa sahne olmuş ne yazık ki. Büyük yağma ve yıkımın ardından gayrimüslim nüfus hızla Galata’yı terketmiş. Bu, Galata’nın yaklaşık 50 yıl sürecek suskunluk döneminin başlangıcıdır. 1970’lerde ekonomik krizler banka genel merkezlerini de Bankalar Caddesi’nin dışına çıkartınca Galata tümden ıssızlaşır. 1990’ların bitiminde İstiklal Caddesi’ne kilitlenen eğlence sektörünün yarattığı izdiham ve karmaşa, bir takım insanları yeni arayışlara sürükler ve bu da Galata’nın yeniden keşfi anlamına gelecektir.

Galata Kulesi ve kulenin hemen  karşısında turistlerin de gözdesi olan Galata’nın ilk Voyvodası (subaşısı) Bereketzade Hacı Ali Ağa’nın aslında daha aşağıda yaptırdığı ve sonradan bugünkü yerine nakledilen Bereketzade Çeşmesi’nin bulunduğu meydan ilk hareketlenmelerin müjdesini verir. Birkaç entelektüel, meydana bakan binalara yerleşip restorasyona girişir. Kısa sürede yerli-yabancı ressamların, fotoğrafçıların, yazarların seçkin ve pahalı Cihangir’e ucuz ve karizmatik bir alternatif olarak tercihlerinde öncelikli yerini alır.

Avize dükkanları yerlerini kafelere, caz kulüplerine, stüdyolara, dans okullarına bırakıyor. Neve Şalom önünde patlayan o korkunç bombalar bile yeni dalgayı durduramıyor. Tam tersine İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu’na yapılan saldırıda yaşamını yitiren Başkonsolos Roger Short’un eşi Viktoria Short, kocasının vasiyetine sadık kalarak ülkesine dönmeyip Galata’nın ünlü bir apartmanına yerleşiyor; Doğan Apartmanı’na.

U tipi bir plana sahip Doğan Aparmanı’nı Belçikalı Helbig ailesi yaptırmış. Binanın asıl öyküsü ise 1942’de Kazım Taşkent tarafından satın alınmasıyla başlıyor. Taşkent’in yurtdışında bir kazaya kurban giden oğlunun anısını yaşatmak için onun adıyla kurduğu Doğan Sigorta, Doğan Sağlık, Doğan Kardeş Dergisi gibi kuruluşların, girişimlerin bir uzantısıdır bu apartman da. Yapı ve Kredi Bankası’nın o dönemdeki sahibi olan Taşkent, banka çalışanları için satın almıştır Doğan Apartmanı’nı. Son günlerde titiz bir restorasyondan geçen 6 katlı apartmandaki daireler 7 odalı ve son derece farklı bir mimari anlayışta. Her dairesinin belli bir bölümü deniz gören bina Eyuboğulları’na, Rasih Nuri ve Bedia İleri’ye evsahipliği yapmış ve yapmaya devam ediyor.

Galata’da her dinin en az bir ibadethanesi var. Hal böyle olunca her kültürün de bir eğlence mekanı yerini alıyor. Venta Del Toro, Galata’daki İspanya rüzgarını temsil ediyor. Mekanın ilginç bir mimarisi var, tüm duvarlar 300 bin parça renkli mozaikle işlenmiş. Picasso’dan esinlenen İspanyol mimar Gaudi, burayı 2.5 ayda 15 kişilik ekiple tamamlamış. Mozaiğe; arena, yıldız, güneş siluetleri hakim. Önceleri depo olarak kullanılan Venta del Toro 2003 Eylül’de hizmete girmiş. İspanyol mutfağı, İspanyol müziği ve özellikle flamenko tutkunuysanız burayı kaçırmayın; hafta sonları yapılan flamenko dans gecelerini özellikle.
           
            Kule’nin tam karşısında yer alan 12 yıl önce restore edilmiş Anemon Otel çevreye güzel mimarisiyle kayda değer bir hoşluk katıyor. Terasında özellikle akşam üstü gün batımna yakın saatlerde bir kahve ya da bir aperatif almak ömrünüze ömür katacaktır. Bir tarafınızda ışıltısıyla gözlerinizi kamaştıran Haliç, diğer tarafınızda, hemen yanı başınızda görkemli Galata Kulesi...

Anemon Oteli’nin alt katındaki ünlü Tenedos Galata Meyhanesi’nin girişi ise sokak içinde. Tenedos’a girmeden önce neden birden bire kafelerden, barlardan sözettiğimizi açıklayalım: Evliya Çelebi’nin “Galata demek, meyhane demektir” sözünü anmıştık. Bizans’tan, Osmanlı’ya ve bu güne durum çok değişmemiş. Bir gerileme olduğu gerçek fakat aradaki açık hızla kapanacak gibi görünüyor. 1600’lü yıllarda İstanbul’da bulunan 1500 kadar meyhanenin önemli bir kısmı bu civarda yeralıyormuş. Hemen aşağıdaki Galata Rıhtımları’na demirleyen gemilerden inen denizciler nereye gidecek? Bozcaada, Sakız, Midilli, Girit gibi adalardan şarap yüklü gemiler Galata Rıhtımındaki Şarap İskelesi’ne (Krasoskala) yanaşırmış. İzmir ve Marmara'nın ünlü misket şarabı da buraya gelir ve meyhanelere dağıtılırmış. Galata meyhanelerinde en çok rağbet gören şarap ve rakı ise Lisimakos kardeşlerin ürettikleri Tenedos markaymış. Şimdi bu şarap markası güzel bir Galata Meyhanesi’nin adında yaşıyor.

            Galata Kulesi Sokağı’ndan aşağı inerken -caz dinleyenler iyi bilir- Nardis Jazz Clup bulunuyor. Sahne alan sanatçılar listesine bir göz atıyoruz; Bülent Somay Bandosu, Selim Selçuk, Önder Foçan, Raci Pişmişoğlu, Quartet: Neşet Ruacan, Ayşegül Yeşilmil... Caz içerisinde geniş bir yelpazede müziğe kapılarını açan Nardis’te konser performansında çok özel dinletilere şahit olunuyor ve sabaha karşı çıkışta büyülü sokakların tadına daha çok varılıyor.

            Bir sokak daha aşağıda da Galata’da bir çok binası bulunan Kamondo ailesinin eski evlerinden biri bulunuyor. Bu günkü adıyla Galata Residence Apart Otel. Felek Sokak ile Hacı Ali Sokak’ın kesiştiği noktadaki otel, 15 apart , 7 stüdyo tarzında dairelere çevrilerek hizmete açılmış. 1881 yılında Mimar Gabriel Tedeschi’nin buradaki ahşap yapıyı apartmana dönüştürmesi ile günümüze kadar ulaşabilmiş binanın alt katında meşhur Rum Meyhanesi bulunuyor.

            Bankalar Caddesi’ne inen Galata Kulesi sokağındaki Galata Evi’nden (Eski İngiliz Karakolu) bahsetmeden geçilmemeli. Geleneksel Gürcü mutfağının lezzetli yemekleri mekanın İngiliz işgali döneminde bir işkencehane olarak kullanılışının kötü hatıralarını büyük ölçüde örtbas ediyor. İki katlı küçük tarihi bina, eski İngiliz evi eşyalarıyla konuklarını ağırlıyor. Her akşam canlı müzik olan mekanda 30’ların, 60’ların melodilerini piyano eşliğinde dinleyebiliyorsunuz... 

1314’te yapılan ve Cenevizliler’den kalan en eski bina olma özelliğini taşıyan Ceneviz Evi, bir süredir Galata Şenliği’nin de düzenleyicisi olan Galata Derneği tarafından kullanılıyor. Yapı son derece bakımsız çünkü restorasyon izni yok. Galata’daki tarihi dokuyu tehdit eden bu duruma çevre sakinleri tepki veriyor. Zaman zaman olumlu sonuçlar da alabiliyorlar. Örneğin 13. yy’dan kalma Ceneviz Kulesi’ne yaslanan üç katlı kaçak yapı semt sakinlerinin girişimiyle yıkıldı. Galata İnisyatifi, bu yıkımla yetinmek istemiyor. Çevre düzenlemesi yapılarak kulenin ve önündeki küçük meydanın kente kazandırılması için çaba sarfediyorlar. Bu uğraş içinde artık yalnız değiller. 1857’de modern şehircilik adına önemli bir adım olan belediyesine Beyoğlu ile birlikte kavuşan Galata, 2000’li yılların başlarında “kentsel dönüşüm projesi”nin uygulama alanlarından biri olarak seçilmiş durumda. Sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler ve zor da olsa hantal devlet kurumları devreye girerek Galata’nın yüzüne, geçmiş yılların aydınlık ışığını yeniden yansıtmanın yollarını arıyorlar.

Yorumlar

Çok Okunanlar