Fotoğraf Notları Dergileri / 2009-2012



Fotoğraf Notları, uzun yıllardır eksikliğini hissettiğimiz bir dergi. Yazı ile barışık, kendine değil anlattığı hikâyeye işaret eden foto-röportajlar kaç zamandır basılı yayınlar çerçevesi içinde pek görünmüyor. Oysa bu anlama ve anlatma yöntemi klasik gazetecilik mecrasında vaktiyle epey kabul görmüş, sayısız dergi temel üretim alanı olarak bu bereketli toprakları seçmişti. Bir haberi etkili ve kapsamlı biçimde vermenin, bir durumun detaylarında gezinerek bilgi vermenin, fikir oluşturmanın güçlü bir yolu olarak seçilmişti foto-röportaj. Fotoğrafçı ve habercinin aklını birleştirerek izlenimler 
sunduğu ve bunun okuyucu beklentileriyle örtüştüğü yıllardan söz ediyoruz.

Ve sonra televizyon icat olundu. Artık bazıları diyordu ki, “basın fotoğrafçılığının seksi yılları geride kaldı.” Basın fotoğrafının metalaştırılmasına, süksesine itirazdan kaynaklanıyor olsa gerek bu sert yorum. Fotoğraf, kaydedebildiği ne varsa hepsini ötekileştirme tehlikesini bünyesinde taşırken, hayatı iki boyutlu bir düzleme indirgeyip, buradan çok boyutlu içerikler üretme maharetine sahipti. Aracın kendisinden çok onu kimin, nerede, nasıl, ne zaman, ne için ve kimin için kullandığı ile ilgiliydi esas sorun. Bir seksapel sorunu değildi. Foto-röportaj, dikkat çekici, uyarıcı, bilgilendirici, harekete geçirici özellikleriyle henüz tüketilmemiş olmasına rağmen saniyede 24 kare akan hareketli görüntünün göz alıcı büyüsüne bir süreliğine yenik düştü. Toparlanmak için insanların birbirlerine yeni bir bağ ile bağlanmasını bekleyecekti. Ve bu bağın adı internet oldu. 

Son yıllarda foto-röportaj, gazetelerin, dergilerin değil de çoklukla elektronik sayfaların yeniden hatırladığı bir olanak olarak gündeme gelmeye başladı. İçeriksiz, kuru gürültüden öteye geçmeyen televizyon haberciliğine karşı eski-yeni bir iletişim seçeneği olmuştu. Kimileri klasik zamanların fotoğraf-metin işbirliğiyle yetinirken, kimileri de medyanın tüm olanaklarını devreye sokarak multimedya adıyla daha çağdaş görünümlü versiyonlarını üretmeye koyuldular.

Fotoğraf Notları bu panoramada, kâğıttan tam olarak vazgeçemeyenler tarafından, vazgeçmeyenler için yayımlanıyor. Fotoğraf-metin ilişkisini ne denli etkiliyse, kâğıt-mürekkep ilişkisi de yaklaşık öyle. Ancak cilalı kâğıt peşine özellikle düşmüyoruz. Görüntüyü parlatmak değil esas hedefimiz. Bu yüzden bir fotoğraf yayını olarak kategorize etmiyoruz dergimizi. Amacımız “anlatıcı” dediğimiz fotoğraf çekenlerin getireceği fotoğraflı haberleri, foto-hikâyeleri paylaşıma açan bir mecra oluşturmak.

Kullanılan teknik ne olursa olsun önemli olan, birbirimizi hayatı bir başka akılla yeniden okumaya davet etmek. Her yeni okuma deneyimi, hayata dair sorulacak soruları çoğaltabilmeli. Sorular çoğaldıkça anlamanın yolları da açılacak, itirazın dozu da artacak.
                                                                                              …
Fotoğraf Notları, prensipte üç ayda bir yayımlanacak. Ama söz vermiyoruz. Periyod uzayabilir. Ne kadar etki yaratabilirsek ve olanaklarımız ne kadarına izin verirse…
Son söz olarak, sizlerden gelecek foto-röportajları da gelecek sayılarda değerlendirmek istediğimizi belirtelim. Şekle şemâle ilişkin de dâhil olmak üzere her türlü eleştirinizi lütfen bize iletin. Bu yolda beraber yürüyeceksek ne düşündüğünüzü bilmek bizim de hakkımız, öyle değil mi?  

Sağlıcakla kalın…

Yücel Tunca-2009
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin ilk sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)



Fotoğraf Notları’nın giriş  metnini bir kez daha yazıyor olmak ne denli soğukkanlı olmaya çalışsam da -itiraf ediyorum- epey heyecan verici. İlk sayının hazırlık ve yayımlama süreci her yeni yayında olduğu gibi zorlu bir süreçti. Dergi matbaadan çıktıktan sonra elinize aldığınızda, tasarım aşamasında defalarca baktığınız, okuduğunuz sayfalar birden farklılaşıyor. Yeni bir gözle görmeye başlıyorsunuz adeta. Üstelik acımasız bir bakış bu. Noktası, virgülüyle, yazısı, fotoğrafıyla karşınıza dikiliveriyor. 

Kaçacak, saklanacak yer bulmanıza olanak yok. “Yorumlarınızı bizden esirgemeyin” demiştim ilk yazımda; esirgemediğiniz için teşekkürler. Birileri çıkıp da evire çevire eleştirmese, insan bu ya, yine kaçacak bir delik bulur belki ama neyse ki okuyucu dostlarımız buna izin vermediler. Dergiyi yaparken de, ardından sizlerden gelen eleştirilerden de çok şey öğrendik. Öğrendiklerimizin ışığında hazırladığımız ikinci Fotoğraf Notları’nda kusurları azaltmaya gayret ettik. Bakalım bu sefer nasıl değerlendireceksiniz?

32 sayfaya üç konu sığdırdık yeni sayımızda. Esasen yayın ekibindeki arkadaşlarımın önemli bir çoğunluğu bu sayıyı tümüyle TEKEL direnişine ayırmamızı istiyordu. Dayanışma ruhunun güç kazandığı günlerde hazırlamaya başladığımız Fotoğraf Notları’nın TEKEL direnişinin tüm detaylarını kapsayacak içeriğini de yine kolektif bir anlayışla yapmaya, Ankaralı fotoğrafçıların gün gün, saat saat izledikleri süreci bizimle paylaşmalarını istemeye karar verdik. Binlerce fotoğraf yağdı başkentten. Ön seçkiler, ikinci, üçüncü seçkiler derken, her yeni durum üzerine yeni değerlendirmeler yaparak eylemin 78. gününe yani son gününe kadar bekledik ve nihayetinde elinizde tuttuğunuz derleme oluştu. Sonuçta tüm dergiye yayılamadı direnişin fotoğrafları. Tekrarlara düşmemek için direnişin öyküsünü 16 sayfada toparlamaya çalıştık. ….. ve ….’nin TEKEL direnişi hakkındaki etkili yazıları, direniş günlüğü ve 4/c ile ilgili notlar da hafıza tazelemek istediğimiz her noktada dönüp bakacağımız metinler olarak sayfalarda yerlerini almış durumda.

Sayfalarımızdaki fotoğraflar belki bilmediğiniz, yeni bir şeyleri göstermiyor. Ancak “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” malûmunuz. Bu yüzden sınıf mücadelesinin bu doruğunun bir kaydını da biz tutalım istedik. Dayanışma ruhunun sıcaklığı da bizi içine çekti hiç kuşku yok ki. Dergimizin baskıya gireceği günlerde TEKEL işçileri için yeni bir süreç daha başlamak üzereydi ve şimdi siz bu satırları okurken diliyoruz ki daha büyük ve kalıcı sonuçlar alma yolunda ilerliyor olsunlar. Çünkü bu olası yeni kazanımlar da yalnızca kendileriyle ilgili değil; bunlar TEKEL işçilerinin tüm emekçilere büyük bir armağanı olacak.

Fotoğraf Notları’nın içeriğinde iki çalışma daha var. Eren Aytuğ’un Güney Afrika’da tanık olduğu mülteci kampında çektiği fotoğraflar vesilesiyle, Selen Ay’ın yazısında da bahsedilen mülteci olmanın ne anlama geldiğine, bir gün yerleşik olduğunuz topraklardan gitmek dışında başka seçeneğiniz kalmadığı için göç etmek zorunda kalıp huzura ve güvene ulaşmaya çabalarken içine yuvarlanıverebileceğiniz bir başka açmaza işaret etmek istedik.

Açılım dalgaları ve tartışmaları birbiri ardına gelirken, hemen yanı başımızda, sonlanmamış ABD işgalinin ağır yaralarını iyileştirmeye çalışan Irak’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından idare edilen bölümündeki Kürt halkını, Türk kumaşından bir perdenin aralığından bakarak anlamaya, tanımaya çalışan Batur Gökçeer’in izlenimlerini dergimizin son konusunda görecek, okuyacaksınız.
…..
Cemreler düştü, Newroz ateşi yakıldı, yakında, Mayıs ayında meydanlarda toplanacağız, sonra Hıdırellez ateşleri de yanacak. Derken kiraz mevsimi başlayacak. O günlerde buluşmak dileğiyle.

Yücel Tunca-2010
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin ikinci sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)




Toplumsal belgesel fotoğraflar, hayatı zorlaştıran sorunlara çözüm üretemiyorlar. Fotoğrafın böyle bir iddiası da olamaz zaten. Belgesel fotoğrafın en önemli işlevi sorunların görünür hale gelmesini sağlamak, sanırım. Sorular sormak, sordurmak, tartışmaya açmak, itirazın dayanaklarını oluşturmak… Savaş çığlıklarının her türlü insanî duyarlılığı sağırlaştırmaya başladığı bu dönemde fotoğrafın, fotoğrafçıların da sorumlulukları artıyor. “Güzel Mardin evleri ve sokakları” fotoğraflarıyla varılacak bir menzil yok ne yazık ki önümüzde!

Fotoğraf Notları’nda itirazın hem görsel hem de yazılı dilini kullanmayı deniyoruz. Yok sayılanı hatırlatma, unutturulmaya çalışılanı unutturmama, susturulmak istenenlere söz hakkını teslim etme gayreti bu. Ancak demokratik hakların tam anlamıyla özgürce kullanılamadığı bir ülkede bu çabayı sarf edenler her zaman tehdit altında. İşte son örneklerden biri gazeteci İrfan Aktan’ın aldığı ceza…

Fotoğraf Notları önceki sayısında, Ankaralı fotoğrafçılar tarafından kaydedilen TEKEL Direnişi’nin görsel günlüğüne sayfalarını ayırırken, bu hareketin düşünsel zeminini de tartışmaya açmıştı. Yazarlarımızdan İrfan Aktan’ın “Ölmek de Var Dönmek de” adlı yazısı direnişe büyük umutlar bağlayan, aşırı anlamlar yükleyenlerin heyecan dozunu daha gerçekçi bir seviyeye çekmeyi deniyordu. Aktan, kısa bir zaman sonra ne yazık ki farklı bir konuyla gündeme geldi. Bu kez ifade ve basın özgürlüğünün adı var kendi yok durumundaki bir ülkede yaşadığımızın eğer unutulmuşsa hemen hatırlanmasını sağlayacak mahkeme kararında adı geçiyordu. Express Dergisi’nde yayımlanan yazısı nedeniyle 15 ay hapis cezası verilmişti kendisine. Aynı derginin yazı işleri müdürü Merve Erol da aynı yazı nedeniyle 16 bin TL para cezasına çarptırılmıştı. Şimdi karar Yargıtay’da yeniden ele alınacak. Karar bozulur da mahkemeye iade edilirse ne âlâ, tersi durumda kendisinin sözleriyle “sigara ve pijama isteyecek” bizlerden, çünkü TMK kapsamında alınan cezalar paraya çevrilemiyor ve ertelenmiyor, biliyorsunuz.

Bu sorun İrfan Aktan’ı doğrudan etkiliyor ama esasen büyük ve tez elden çözülmesi gereken bir soruna işaret ediyor: İfade ve basın özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılması, bu yöndeki baskıcı yasaların değiştirilmesi gerekiyor. Benzer yargılama süreçleri, yasaların yorumlanması ile biçilen cezalar şiddetin sadece topla tüfekle üretilmediğini görmemize vesile oluyor.
Derginin üçüncü sayısını hazırlarken içinden geçtiğimiz sürecin her ne kadar malumunuz olsa da bizdeki tezahürünü paylaşmak istedim. Peki dergi sayfaları üzerinden neleri paylaşıma açacağız? Bu sayımızda beş foto-röportaj yer alıyor. Tolga Sezgin’in fotoğrafları ve Yücel Sönmez’in metniyle Hasankeyf’i bir kez daha gündeme taşımak istedik. Geri dönüşsüz bir yola çıkılmaması, daha doğrusu çıkılan yoldan vakit varken dönülmesini sağlayabilecek muhalefete destek vermek, kadim kültürlerin izlerini sonsuza kadar kaybetmemek için… Gökhan Gezik, Spassibo çalışmasıyla Sovyet Devrimi sonrasında Türkiye’ye göç eden Beyaz Ruslar’ın belki de hiç bilmediğiniz hikâyesini anlatacak. Yücel Zorlu’nun Bekleyiş’inde mezhepler arası sorun olmaktan çok öte bir problem olarak yıllardır gündemde duran, Aleviler’e yönelik ayrımcılık ve baskının cisimleştiği Kazım Karabekir Cemevi’nin yıkım tehdidine karşı sessiz halk direnişini göreceksiniz.  Tanya Habjouqa ise bize Gazze’nin bir başka penceresini aralayacak: Kadınlar. Gazzeli Kadınların Manifestosu sayesinde Filistin’deki sorununun yalnızca İsrail ya da Hamas ve El Fetih değil, tüm bunlarla örülmüş devasa bir erkekler hegemonyası sorunu olduğunu göreceğiz. Dergide yer alan bir diğer foto-röportaj ise Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi Belgesel Fotoğraf Programı katılımcılarından Anıl Çizmecioğlu’nun Prefabrik Yaşamlar adlı çalışması. 1999 Marmara Depremi’nden sonra yapılan prefabrik konutlar yıllar içerisinde dar gelirli insanların yaşam alanlarına dönüşmüştü. Buradaki hayata ve sorunlara Çizmecioğlu aracılığı ile tanık olacağız.

Fotoğraf Notları Dergisi’nin gelecek sayısı Kent Hareketleri-Kentsel Dönüşüm özel sayısı olarak hazırlanacak. Eylül ayı sonunda yayımlanacak dördüncü sayı, İstanbul ya da Türkiye’nin diğer kentlerinde ve hatta dünyadaki bazı şehirlerde sosyal yaşamı tehdit eder hale gelen, yer yer tehdidin ötesine geçip hayatları alt üst eden günümüz liberal politikaların saldırgan yüzü “kentsel dönüşüm çalışmaları”yla ilgi hazırlanmış foto-röportajları, makaleleri ve röportajları kapsayacak. Bu doğrultuda yapılmış çalışmalarınızı bizimle paylaşmanızı umut ediyoruz. Nerede yaşıyor olursak olalım, bize sorulmadan, yeterince tartışılmadan alınan kararlar ile yaşadığımız mahallelerin, sokak ve caddelerin, istasyon ve limanların işlevlerinin farklılaştırılmasına, alınıp-satılmasına, komşularımızın sürgün edilmesine itiraz etmemiz gerektiğini düşünerek hazırlayacağız sonbahar sayımızı.

Sunuş yazısını son bir duyuru ile kapatmak istiyorum: Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi yayınları arasına sonbaharda yeni bir dergi daha katılacak. “Fotoğrafsız Dergisi” fotoğraf özelinde kuramın tartışmaya açılacağı, fotoğrafın konuşulacağı ama yalnızca bununla kalmayıp toplumsal hayatın yakıcı problemleri karşısındaki insan duruşunu “fotoğrafçı insan” üzerinden de tartışmayı deneyen bir dergi olmaya gayret edecek. Fotoğrafın sığ sularından, köpüren güçlü dalgalara doğru bir kürek denemesi olacak “Fotoğrafsız”. Derginin sizin soluğunuza, yazılarınıza, röportajlarınıza da ihtiyaç duyacağını bilmem söylemeye gerek var mı?

Yücel Tunca-2010
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin üçüncü sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)



Fotoğraf Notları Dergisi, elinizdeki dördüncü sayısı ile ilk yılını geride bırakmış oluyor. Üç ayda bir yayımlanan bir dergi için bu, henüz emekleme aşamasına gelmek anlamını taşıyor.

Üçüncü sayımıza gelen olumlu eleştirilerin çokluğu, abone sayısının giderek artması doğru yolda ilerlediğimizin göstergeleri.

Ancak dağıtım sorunu hâlâ büyük bir sorun olarak önümüzde duruyor. Dergimizin yaygınlaşması, daha çok kişi ile buluşturulabilmesi için özel çözümler üretmek için biraz daha zamana gereksinim duyuyoruz. Genel dağıtım ağının sarmalına girmek pek çok başka sorunlar yaratacağından bu aşamada kendi çözümlerimizi üretmeyi tercih ediyoruz. Çeşitli şehirlerde dergi temsilciliğimizi üstlenen dostlarımızın sayısı arttıkça dağıtım sorunumuz da azalacak.

….

Önceki sayımızda, Kentsel Dönüşüm sorununa eğileceğimizi belirtmiş olmamıza karşın, bu önemli problemi bir sonraki Fotoğraf Notları’nda işlemek üzere ertelemiş bulunuyoruz. Konunun hazılık sürecine daha geniş bir zaman ayırmanın gerekliliğiyle beraber, Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nden yetişen fotoğrafçıların biriktirdikleri görsel belgelerin paylaşıma açılması gereksinimi bizi bu karara yöneltti. Öte yandan dergimizin ilk yılını geride bırakmanın heyecanı ile yeni sayımızın konu ve sayfa sayısını ikiye katlamak, bir tür özür ve aynı zamanda bir kutlama olarak düşünülebilir. Kutlamanın iki ayrı nedeni var esasında: Hem birinci yılın, hem de Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nden yetişen basın ve belgesel fotoğrafçılarının üretimlerinin belli bir olgunluğa ulaşmasının kutlanması.

11 foto-röportajın yer aldığı bu sayıda fotoğrafçılarımız çeşitli toplumsal sorunlara ve dinamiklere dikkat çekiyorlar. En başından beri iddia ettiğimiz gibi, bir yandan basın fotoğrafı ve belgesel fotoğrafın klasik uygulamalarının, bir yandan sınırları zorlama çabalarının dikkate değer ürünlerini toplamaya başladığımızı göreceksiniz. Tümündeki ortak kaygı toplum ekseninde kalmak, sorunlu alanlar üzerinde düşünmek, gündelik hayatın pek görünür olmayan kritik detaylarına vurgu yapmak.

Anıl Çizmecioğlu ve Elçin Turan dergimizde göreceğiniz çalışmalarıyla, gerek insani gerekse de siyasi açıdan üzerinde ısrarla durulması gereken iki ciddi soruna işaret ediyorlar. Çizmecioğlu, çoğunlukla daha iyi yaşam koşullarına kavuşma umuduyla ülkelerinden ayrılıp Türkiye’ye gelen ve kaçak işçi olarak çalışmaya başlayan Ermeni göçmenlerin zorlukla sürdükleri gündelik hayatlarına girip farkındalığımızı artırmayı hedefliyor. Fotoğraflar, Agos Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aris Nalcı’nın aynı konu üzerine kaleme aldığı “4 Lira 80 Kuruşa Vatandaş” adlı metin ile birleştiğinde sorunun yakıcılığı kendini daha da çok hissettiriyor. Elçin Turan ise, son otuz yıllık süreçte siyasi tercihleri nedeniyle yokedilmiş, karanlık bir akıbete sürüklenmiş, kaybedilmiş kişilerin yakınlarının öfkeli, umutlu, küskün bekleyişlerini ve kaybedilen yakınlarına ne olduğunu öğrenebilmek için verdikleri mücadeledeki durumlarını öznel bir yaklaşımla ele alıyor.

Nuray Uysal Lauer, Arif Yaman ve Sibel Günak Türen, çalışma hayatının farklı yönlerine eğildikleri çalışmalarında bildik, gündemde sıklıkla yer alan iş alanlarının çok bilinmeyen detaylarını öne çıkarıyorlar. Nuray Uysal Lauer, Tuzla Tersaneleri’nin son yıllarda iş kazaları ve işçi ölümleriyle anılır hale gelmesi üzerine buradaki çalışma koşullarını fotoğraflarıyla araştırıyor ve fotoğrafın hatırlatıcı gücünü kullanıyor. Bu foto-röportajı destekleyen “Hakkı Usta’nın Aksi” adlı makale ise Aslı Odman imzasını taşıyor. Fatih İtfaiyesi’nin yangınlara müdahalesinin yanı sıra günlük rutinlerini de çalışmasının kapsamına alan Arif Yaman’ın foto-jurnalistik bir üslupla anlattığı hikâyesinde olduğu gibi Sibel Günak Türen’in 112 Acil Ambulans servislerinin günler boyunca İstanbul’daki hasta ve yaralılara müdahalelerini takip ettiği çalışması da gerilimli ve güçlü bir motivasyona gereksinim duyulan bir iş alanının kritik anlarını fotoğraflarıyla belgeliyor.

Kentsel dönüşümün etkisi ile başkalaşan, farklılaşan, yaşam koşulları değişen mahallelere yüzünü çeviren üç çalışma yer alıyor Fotoğraf Notları’nın dördüncü sayısında. Berkay Tezcan, dönüşüm tehdidine karşı direnen Maltepe’deki Gülsuyu-Gülensu Mahalleleri’nin siyasi profilini ve atmosferini gözlemlerken;  Damla Yedisan dönüşümün eşiğindeki Samatya’nın son demlerine kontrollünü kaybetmeden, nostalji ve mizah barındıran fotoğraf yaklaşımıyla; Semra Yeşil ise, Sarıyer’deki, havuzlu lüks villalardan oluşan sitelerin yüksek duvarlarına bitişik Maden Mahallesi’nin susuz dünyasına tanık olmamızı sağlıyor.

Furkan N. Alkan, bedensel ve zihinsel engelli Ömer’in “sağlıklı” öğrencilerle aynı sınıfta öğrenim görerek “normalleştirilme”ye çalışılmasını tartışmaya açıyor. Bu tartışmaya taraf olmanın ne denli güç olabileceğini, foto-röportajı inceledikten sonra göreceğinizi tahmin ediyorum. Çünkü Ömer, gerçekten, köklü anlayışların çatışmasını barındıran bir uygulamanın öznesi durumunda.
Hale Yiğit, bir tipoloji çalışması olarak değerlendirilebilecek foto-röportajında, Haydarpaşa-Gebze arasında hizmet veren banliyö treninin yolcularına çeviriyor objektifini.

Tanla Özuzun’un foto-röportajı ise bir kadın hikâyesini barındırıyor. Özuzun, erkek dünyasının önemli mekanlarından Veliefendi Hipodromu’ndaki kadın jokeylerden Meral Aybek’in çalışma hayatından anekdotları izleyici ile paylaşıyor.

Fotoğraf Notları’nın bu sayısında göreceğiniz foto-röportajlardan oluşacak serginin 2-17 Ekim tarihleri arasında Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nde sergileniyor olacağını da belirterek tamamlayayım yazıyı. Bu sergi belki okuyucularımız ile yayın ekibimizin, fotoğrafçıların tanışma olanağı olarak da değerlendirilebilir. Bekliyoruz.

Yücel Tunca-2010
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin dördüncü sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)



TC Başbakanlık Toplu Konut İdaresi(TOKİ) tarafından düzenlenen fotoğraf yarışmasından ve geçtiğimiz ekim ayında açıklanan sonuçlarından ne yazık ki iki ay sonra gelen bir eposta ile haberdar oldum. Kentsel dönüşüm sayısını hazırlarken bu konunun medyadaki temsil biçimlerine dair zaten kafamızı kurcalayan pek çok sorudan daha vahim bir tartışmayı tetikledi bu haber. Yarışma, uzun yıllardır çalışmalarından övgüyle söz ettiğimiz, zaman zaman etkinliklerine katılıp destek verdiğimiz, 1977 yılına uzanan geçmişi muhalif duruş ve etkinliklerle dolu Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD)’nin desteğiyle yapılmıştı. AFSAD’ın TOKİ gibi son derece tartışmalı bir kurumun yaşadığımız kentlerde sürdürdüğü faaliyetleri bir anlamda aklama, bir anlamda da göz boyama çabasına ”danışmanlık” etme süreci nasıl gerçekleşti,  konu dernek içinde ne kadar tartışıldı, içerden bir muhalefet oluştu mu şimdilik bilemiyorum.  Fakat neticede AFSAD’ın TOKİ yarışmasını destekleyen kurum olarak basın bültenlerinde lanse edildiğini, jüri üyelerinin yarısı bu kurumdan seçilmiş ya da önerilmiş olduğunu gördük. Ne yazık ki şaşkınlığımız bununla sınırlı kalmadı.  “Sergilenmeye hak kazanan fotoğraflar” arasında, kentsel dönüşüm dosyası olarak yayına hazırladığımız Fotoğraf Notları’nın sayfalarına yerleştirdiğimiz iki fotoğraf da vardı!

Adını vermeyi gerekli bulmadığım fotoğrafçı arkadaşımıza hemen telefon edip, durum hakkında görüşlerini sordum.  Fotoğrafları, her şeye rağmen yayınlamak isteğinde olduğumuzu, ama sunuş yazısında TOKİ yarışmasında sergilenmesi üzerine görüşlerimizi yazmak istediğimizi, isterse fotoğrafları dergiden çekebileceğini söyledim. Fotoğrafları çekmeyi tercih etti. TOKİ’yi desteklemediğini, muhalif kimliğinin buna zaten izin vermeyeceğini ve yarışmaları, projelerini yapmaya devam edebilmesi için gereken parayı kazandığı bir ekonomik kaynak olarak gördüğünü söyledi. Ve kendi can alıcı sorusunu sordu: “Sen de reklam fotoğrafları çekmiyor musun?”

Kolay altından kalkılabilir bir tartışma değil. Konuşmamız, tartışmamız lazım. Üstelik sadece fotoğrafçı olarak değil, herkes, hepimiz bu konuyu enine boyuna konuşmalıyız. Varlığımızı sürdürmek için mahkûm edildiğimiz “para kazanmak” zorunluluğunun sınırlarını tekrar tekrar gözden geçirmeliyiz. Çünkü zorunluluklardan dem vurmak aynadaki “ben”in parçalanmışlığını gizleyemiyor bir türlü.

Ticari çıkmazların yanı sıra, fotoğrafçının üretim ve sunum süreçlerinde ne tür tercihler kullanarak niyetini ortaya koyabileceğine ilişkin çok görkemli bir örnek vakıa ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Belki de bizlerin, esasen epey karanlık sularda nefes alıp veren fotoğrafçıların birincil sorusu bu: Niyetimiz ne?

Fotoğrafların masumiyeti fotoğraf dünyasında önemli bir tartışma. Sabastiao Salgado gibi belgesel fotoğrafçılar, fotoğraflardan kimseye zarar gelmeyeceğini iddia eder. Bu söylem fotoğrafı, çekenden, mecradan ve izleyenden bağımsız kendi başına bir nesne olarak kabul etmenin naifliğini içeriyor bir bakıma. Sonuçta nesne olarak fotoğraf, kendi başına tehlikeli olmasa da üretenin niyeti, sunum biçimi ve izleyici üçgeninde yeni bir hüviyete sahip olabilir. Dolayısıyla fotoğrafın çekilmekten ibaret bir süreç olmadığını kabul etmek gerek. Fotoğrafçının bu süreçteki duruşu oldukça belirleyici… Pekiyi, ya fotoğrafın yalnız başına duruşu? İmajlar âlemine salıverilen bir görüntünün dizginleri ne kadar üreteninin elinde?

Söz konusu fotoğrafların TOKİ sergisi yerine, Fotoğraf Notları’nda yayınlanması bu fotoğraflara muhalif bir duruş atfetmeye yeter mi?  Bağlamın ve mecranın fotoğrafı bu denli peşi sıra sürükleyebildiğini görmek, anlatım dilinin kırılganlığına ve kendi kaderini çizemeyişine götürüyor bizi. Yeni bir tartışma değil bu evet, ama bıkmadan sürdürmemiz gereken bir tartışma ve Fotoğrafsız Dergisi’ni çıkarma isteğimizin önemli bir parçası. Bu tartışmayı Fotoğrafsız’da sürdürmek üzere burada sonlandırıp, “elimizden geldiği kadarından”, kentsel dönüşüm üzerine yaptığımız sayıdan bahsetmek istiyorum.

Evet, biz kentsel dönüşüm lafını dilimize dolamadan önce de kentler dönüşüyordu, her şeyin değiştiği ve dönüştüğü gibi... Bugünse kentlerin dönüşme biçimine dair yaygın kaygılar ve aciliyetlerle örülmüş ortak bir farkındalığın izini Çin Halk Cumhuriyeti’nden tutun, Orta Asya ve Orta Doğu’ya, İtalya’dan, Fransa’ya, İspanya’dan Latin Amerika’ya kadar çok geniş bir coğrafyada sürebiliyoruz. Son yirmi küsur yılın kentsel politikaları her ne kadar küresel akışların ve neoliberal dünya düzeninin eleğinden geçip ortak bir izlek yaratsa da, dönüşümün etkilerini ve sonuçlarını birkaç başlık altında ele almak çok güç. Nihayetinde kentlerin organize edilme biçimi sadece eğitim, sağlık, barınma gibi temel hakları değil, birlikte yaşamaya dair birikimi, kültürel belleği, sosyal ağları da şekillendirme, dönüştürme, yaşatma ya da yok etme gücüne sahip.

Elinizde tuttuğunuz dergi, kentsel dönüşüme, bu dönüşümün pazarlanmasına, araçlarına, görünür görünmez etkilerine ve sonuçlarına dair kısıtlı bir seçkiden oluşuyor. Sadece İstanbul’da onlarca bölgede sürdürülen ve planlanan müdahalelerin bir kaçına değinip, kültürel mirasın korunması ve kentsel yenilemenin kesiştiği önemli örneklerden biri olan Diyarbakır Surları’yla İstanbul dışına küçük bir köprü kurmaya çalıştık. Bugün şehir mekânında olup bitenlere karşı yükselen muhalefete, yaşanan dönüşümün bizi nasıl bir şehir manzarasına ve deneyimine götürdüğüne dair süre giden tartışmalara katkıda bulunma isteğimiz bu sayıyla son bulmayacak. Çünkü şehir, toplumsal muhalefetin sadece konusu değil örgütlenme ve dayanışma biçimlerine yön veren mekânı da. 

Yücel Tunca-2010
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin beşinci sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)



Mart ayının son günlerinde buluşmayı planlamamıza karşın yeni sayımızın hazırlıklarını istediğimiz sürede ne yazık ki bitiremedik. Yayın organlarının periyoda bağlılık ilkesinin Fotoğraf Notları gibi bağımsız, reklamsız bir dergide kolay sürdürülebilir olmayacağını bildiğimiz için daha ilk sayıda “üç ayda bir yayımlanır” sözünün prensipte kalabileceğini yazmıştım. Bu aşamada yayın hayatına devam edebilmeyi periyoda sadakatten daha önemli bulduğumu itiraf etmeliyim.

Öte yandan derginin nisan ayında elinize geçmesini de istiyor ve önemsiyorduk. Zira içerikten de anlaşılacağı gibi, bugünden yaklaşık 100 yıl kadar önce kitlesel olarak kıyıma uğrayan Anadolu’nun Ermeni halkına bir saygı duruşu niteliği taşıyor yedinci sayımız. Sayfalarımızda yer alan altı foto-röportajdan üçü bu nedenle bir araya getirildi.

Ermenistanlı fotoğrafçı Mery Agakhanyan’ın ülkesinin uzak köylerindeki hayatı görünür kılmak için çektiği fotoğraflardan oluşan “Ermenistan’daki Köylülerin Hayatı”, ulusal kimliklerin ötesinde bildik, tanıdık sorunlarla başa çıkmaya çalışan insan hikâyelerini barındırıyor. Agakhanyan’ın, “Bu benim için sıradan bir proje değil” dediği çalışması, acılarını derinlerinde hissettiği terk edilmiş ve hatta gözden çıkartılmış köylülerin hayatlarını daha iyi koşullarda sürdürmeleri için onların sesine kulak vermeyi deniyor. “Belki bilirsiniz,” diyor Agakhanyan, “ Ermeni ulusu Yahudiler gibi, Asurlar gibi dünyanın en eski uluslarındandır. Toprağa ve köylülere baktığımda bu antik geçmişe karşıt olarak, onları utandıracak derecede yorgun ve bitkin olduklarını gördüm. Toprak yorgun, köylü bıkmış durumda ve bu zorlu yaşamın içinde birbirleriyle varolmaya çabalıyorlar.”

Ermeni asıllı Kanadalı fotoğrafçı Berge Arabian ise Anadolu’dan Suriye’ye, oradan Lübnan’a ve nihayetinde Kanada’ya, uzun bir göç mevsiminden geçip giden annesini bir ağıt ağırlığındaki fotoğraflarla ölümsüzleştiriyor. Bir evladın annesinin son yıllarına tanıklığından ortaya çıkan fotoğraflar, vedalaşmanın hüznüyle dolu.

Erhan Arık “Horovel” adlı foto-röportajında, küskün iki ülkeyi ayıran sınır boyundaki köyleri ve köylüleri anlatıyor. Tıpkı Mary Agakhanyan’ın gözlemlediği köylülerin hikâyesinde olduğu gibi Türkiye ve Ermenistan sınırındaki köylerde de savaşların en büyüğü veriliyor: Hayata tutunma, varolma savaşı. Temel bir fark var elbette iki çalışma arasında: Arık’ın foto-röportajında eski komşuların özlemle, umutla sürdürdükleri bekleyiş. Bir gün Kars demiryolu açılacak ve özlemleri sonlandıran lokomotif rayların üzerinde ağır ağır yol alacak. Dedelerden torunlara aktarılan “sınırın öte yanı” uzak diyarların masalı olmaktan kurtulacak.

Önceki sayılarımızda “Kuzey Irak” çalışmasını yayımladığımız Cemil Batur Gökçeer, bu kez “Bahçede Biri Var” ile Çukurca’yı anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Gökçeer fotoğraflarıyla, 2007-2009 yılları arasında yaptığı yolculuklarla yakından tanımaya uğraştığı Kürt halkının beklentilerini, endişelerini, korkularını hissetmemize yardımcı oluyor.

Fotoğraf Notları’ndaki bir diğer foto-röportaj, gazeteci, fotoğrafçı dostumuz Ahmet Şık’ın “Mayın” adlı çalışması. Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınıp halen tutuklu olarak yargılanmayı bekleyen Şık’ın bu durumu adalete olan zaten sarsılmış güveni neredeyse tümüyle yok ediyor. Tutukluluk sürelerinin çeşitli gerekçelerle uzatılarak kendiliğinden bir cezalandırmaya dönüştürüldüğü bu sistemde pek çok örneğini gördüğümüz hukukla bağdaşmayan uygulamaların giderek arttığının son göstergelerinden biri olan süreç, birçok insanda olduğu gibi biz fotoğrafçılar da sabrın taşmasına neden olmuş durumda. Demokratik hukuk devletinin bir koca yalan olduğunu tescil eden uygulamaların, düşünce ve ifade özgürlüğünün önünde engel teşkil ettiğini bir kez daha vurgulamak için Ahmet Şık’ın üç yıl önce kitaplaştırdığı “Mayın” çalışmasından küçük bir kesidi sayfalarımıza taşımak istedik. Birçok haberine, fotoğrafına bakıldığında hayata bakışı ve duruşu hemen anlaşılabilecek olan Şık’ın “Mayın” fotoğrafları da onun eğer hâlâ bilinmiyorsa “kim” olduğunu net biçimde ortaya koyacaktır.

Dergideki altıncı foto-röportaj, Aykan Özener’in “Boşaltılmış Köy Okulları” çalışması, öğrencisini, öğretmenini, okulunu ticari bir bakışla algılamaya başlayan devletin bir kez daha umursamazlıkla yazdığı yeni bir gözden çıkarma hikâyesini anlatıyor. On yıl kadar önce başlayan taşımalı eğitimin sonucu olarak boşaltılan köy okullarının Özener’in fotoğraflarında görünen hâli, devleti, hele ki bu haliyle devleti yeniden yeniden sorgulamayı bir varoluş sorunu olarak kaçınılmaz kılıyor.
…….

Geciken bahar ayları geçip de yaz sıcağı bastırdığında, mesela temmuz ayında yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…

Yücel Tunca-2011
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin birleştirilmiş 6. ve 7. sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)



Fotoğraf Notları’na bu kez epey uzun bir ara vermiş olduk. Galata Fotoğrafhanesi’nin yeni yerine taşınmasıyla başlayan bir dizi değişikliğin beraberinde getirdiği bazı sorunları aşıp yeni sayıyı hazırlamak zaman aldı. Bundan sonraki süreçte arayı bu denli açmamaya gayret edeceğiz.

Dergimizin yedinci sayısında beş foto-röportaj yer alıyor. İstanbul’daki okuyucularımızın bir bölümü, bu çalışmalardan ikisinin daha geniş versiyonunu belki sergilendikleri dönemde izlemiş olabilir. 2011’in yaz aylarında Erhan Arık Horovel adlı çalışmasını Depo’da ve 2012’nin başlarında ise Sami Solmaz Adalılar adlı çalışmasını Sismanoglia Megaro’da sergilemişti. Gerek Arık’ın, gerekse de Solmaz’ın fotoğraflarına sayfalarımızda da yer vererek biraz daha geniş bir kesime ulaşmalarını sağlayabilirsek mutlu olacağız. Zira yaptıkları hatırlatmalara çok ihtiyacımız var.

Arık’ın Horovel’i anlatırken dediği gibi: “… Kendisinin dışındakini yok sayan, yabancılaştıran, ötekileştiren ve yarattığı korku imparatorluğu ile sürekli düşman üreten bu tanımlamalar yüzünden, yıllar önceki ismi "Bin tanrı ili" olan Anadolu'ya ait belleğimizi yok ettik. Ve daha çocuk yaşta, rüyalarımızda, bir gün bizi yok edecek olan düşmanlarımızı bekler olduk.”

Yaratılmış düşmanlarla yüzleşmenin vakti çoktan gelmiş de geçiyorken, Ermenistan-Türkiye sınırı boyunca, sınırın iki tarafında yaptığı uzun yolculuklar sırasında tanıştığı, tanıma olanağı bulduğu insanların hikâyelerini aktaran Erhan Arık Horovel ile, düşman edilmişliği bir kez daha durup düşünme şansı veriyor hepimize.

Uğraş Salman da Sami Solmaz’ın Adalılar sergisindeki fotoğrafları içeren kitabına yazdığı önsözde “Beraberdir adalılar! Dil, din, mezhep, ırk bilmezler. Aynı teknede gibidir onlar, beraber giderler balığa, yangına, düğüne, içmeye… Anakara karışmazsa yüzyıllarca daha yaşarlar burada, Ada’da…” diyerek, birbirlerine karşı düşman belletilmeye çalışılanların bunu nasıl boşa çıkardıklarını gösteriyor; umutlarımızı tazeliyor.

Irkçı söylemlerle sokaklara dökülüp -belli ki yok sayılmaya, yoksulluğa, ezikliğe isyanını örgütleyemediğinden- içindeki nedenini tarif edemediği öfkeyi kendinden farklı olduğunu düşündüğü bir diğerine nefret biçiminde yönlendirmek sığ aklın bulduğu en basit yol. Düşman olmak da, edinmek de işin kolay kısmı. Zor olan aynı yolun yolcuları olduğumuzu hep akılda tutmak. Arık ve Solmaz’ın paylaşımları, kolay yollara sapmaya meğilli akıllarımızı başımızda tutmamıza yardımcı oldukları için büyük önem taşıyor.

Fotoğraf Notları’ndaki bir diğer fotoröportajda ise Savaş Onur Şen, Lezgin Kani ve Ubeydullah Hakan, depremin olduğu günden bugüne kaydettikleri fotoğraflarla, gündemden düşürülmesine izin verilmemesi gereken Van-Erciş Depremi’ne yeniden odaklanmamızı sağlıyorlar. Sağlıksız, sorumsuz yapılaşmanın; adaletsiz, ciddiyetten yoksun yardım dağıtımı ve anlayışının insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini görünür kılan çalışmanın dayanışma reflekslerimizi yeniden harekete geçirmesini umuyoruz.

Savaş Onur Şen, Van Depremi’nde çektiği fotoğrafların yanı sıra Gürcistan izlenimlerini de Gamarjoba adlı çalışmasında bizimle paylaşıyor. Gamarjoba, farklı etnik ve dini toplumsal yapıların kırılganlığının ötesinde uluslararası çıkarların yarattığı çalkantılardan da fazlasıyla etkilenen Gürcistan’ı tanımaya yönelik bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor.

Fotoğraf Notları’ndaki beşinci fotoröportaj “Kuşbazlar” ise güvercinlere adanan hayatlar üzerine kurulmuş bir hikâye. Dündar Uğurlu ve Mehmet Bektaş’ın uzun soluklu görsel araştırmasının ürünü olan “Kuşbazlar”, Diyarbakır damlarındaki güvercinliklerden, çarşı içlerindeki kuşçulara; kahvehanelerde yapılan mezatlardan, heyecanına yüreğin dayanmayacağı uzun uçuşlu güvercin yarışmalarına uzanan, tek taraflı da olsa tutkulu bir ilişkinin izini sürüyor.

Sonraki sayımızda buluşmak dileğiyle…

Yücel Tunca-2012
(Fotoğraf Notları Foto-röportaj Dergisi'nin son sayısı olan 8. sayısının editör yazısı olarak yazılmıştır.)

Yorumlar

Çok Okunanlar