Türkiye’de Foto Muhabirlik Mesleğinin İtibarı Üzerine Yücel Tunca İle Söyleşi
Söyleşi: Elif
Fidan Çoruh
Gazeteciliğin
iki önemli unsuru yazı ve görsel ise, görsel kısmının hayli büyük bir dilimini
kaplayan fotoğraftır. Gazete yazılarının fotoğrafla buluşmasından sonra basın
fotoğrafçılığı önemini arttırmıştır.
Günümüz
basın fotoğrafçılığının geldiği noktada, Türkiye şartlarında foto muhabirlik
mesleğinin
itibarına dair inceleme ve araştırmayı içeren proje; Türkiye’de foto
muhabirlerinin eğitimi/ entelektüel birikimleri, imza sorunu, gelir durumu ve
sosyal hakları, sendikal hakları; mesleği nasıl hangi koşullarda, nasıl
çalıştırıldığı, Türk
medyasının
mesleğe yaklaşımı; gelişen teknolojinin mesleğin geleceğine etkileri, meslek etiğine
dair görüşler çerçevesinde muhabirlerin mesleğe bakış açılarını ortaya koymak amaçlanmıştır.
-Sizi tanıyabilir miyiz?
-
1966 yılında Diyarbakır’da doğdum.
1968-1972 yılları arasında Ankara’da, 1972-2017 yılları arasında İstanbul’da ve
2017 yılından bu tarafa da Bergama-İzmir’de yaşıyorum. Basın fotoğrafçılığının
yanı sıra uzun yıllar kendi atölyem dahil çeşitli kurumlarda ve üniversitelerde
fotoğrafçılığın farklı alanlarına ilişkin dersler verdim. Fotoğraf Vakfı ve
Galata Fotoğrafhanesi’nin kurucuları arasında bulundum ve yönetimlerinde yer
aldım. İstanbul Saydam Günleri, UlisFotoFest, ÜniFotoFest ve Belgesel Fotoğraf
Günleri gibi fotoğraf festivallerini düzenledim ve düzenleme ekiplerinde yer
aldım. Türkiye’de ve yurt dışında kişisel ve karma fotoğraf sergileri açtım,
fotoğraf gösterileri yaptım, seminer ve konferanslar verdim, fotoğraf alanında
kitap ve dergi yayıncılığı yaptım. Halen Bergama’da Sarı Denizaltı adlı
fotoğraf ve sanat atölyesinde Günseli Baki Tunca ile birlikte üretimlerde bulunuyor,
belgesel fotoğraf alanında projeler üretiyorum.
-Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?
-
1983 yılında İstanbul Üniversitesi Basın
Yayın Yüksek Okulu’na girdim. Fotoğrafçılığa ve hemen sonrasında basın
fotoğrafçılığına üniversite yıllarında başladım.
-Mesleğe geçişiniz nasıl oldu? Basın
fotoğrafçılığı çok zor ve tehlikeli bir meslek. Sizi fotoğraf çekmeye iten o
dürtüyü nasıl tanımlarsınız?)
-
Üniversite eğitimim devam ederken basın
kuruluşlarında foto-muhabir olarak çalışmaya başladım. Bu yıllarda Söz Gazetesi,
Sokak Dergisi ve Güneş Gazetesi’nde çalıştım. Lisans eğitimini tamamladıktan
sonra yüksek lisansa devam ederken Tempo Dergisi’nde çalışmaya başladım;
Panorama ve Turkuaz dergileriyle Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya devam ettim.
Yüksek lisans eğitimini tamamlamadım. Mesleğe foto-muhabiri ve fotoğraf editörü
olarak 2007 yılına kadar devam ettim.
Meslekteki ilk 12 yılımda
çalıştığım yayınlar ağırlıklı olarak haber, aktüel, siyasi; sonrasındaki 10
yılda çalıştıklarım ise (İstanbul Life, İstanbullu, SeaLife) doğa, coğrafya ve
life style odaklıydı. İlk dilimde üretimde bulunduğum yayınlar için sosyal ve
siyasi çatışmaların içinde fotoğraflar çektim. Fotoğrafın uyarıcı ve anlatımcı
gücü beni bu alanda üretimde bulunmam için teşvik etti, etmeye de devam ediyor.
-Fotoğraf kişisel kaygıların ürünü
müdür? Toplumsal değişime yol açar mı?
-
Fotoğrafın çeşitli üretim alanları olduğu
gibi her bir alanın üretim motivasyonu farklılık gösteriyor. Basın
fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğrafçılık alanlarında da farklı motivasyonlar
söz konusu. Basın fotoğrafçısı çalıştığı yayın organını seçme olanağına sahip
olduğunda kişisel kaygılarıyla çelişki yaşamadan üretimde bulunabiliyor. Fakat
her zaman bu mümkün olmuyor ve ideolojik farklılıklar söz konusu olduğunda bir
yabancılaşma yaşanıyor. Bu yabancılaşmaya karşı kimi basın fotoğrafçıları
profesyonel duruş geliştirerek kendilerine bir korunma kalkanı oluşturmayı
deniyor, kimileri de mesleki ve kişisel hesaplaşmanın içinde bir hayli
zorlanıyor. Pek çok fotoğrafçı için çektikleri fotoğrafların toplumsal
karşılıklarını düşünmek kişisel çözülmelerini yavaşlatıcı pozitif bir etken
oluyor. Fotoğrafı önemsemekle beraber fotoğraftan yana toplumsal dönüşümler
bakımından fazla bir beklenti içinde değilim. Fotoğrafların, 200 yıla yakın
geçmişinde giderek yükselen ve sonrasında da hızla inişe geçen bir dönüştürücü
toplumsal karşılığı olduğunu düşünüyorum.
-Fotoğrafçılığın ilk şartı görüntülediğiniz kişilerle yoğun
bağlantı kurmaksa ikincisi sizce nedir?
-
Basın fotoğrafçılarının görüntüledikleri
kişilerle kurdukları bağı hep zayıf bulmuşumdur. Bu hızlı üretim şartlarının
getirdiği bir sonuç olmakla beraber aynı zamanda medya ortamının insan odaklı
yaklaşımdan uzak olmasından kaynaklanıyor. Derinlemesine ilişkinin zayıflığı
fotoğrafların içeriğini de zayıflatıyor. Bununla birlikte önemli olan ikinci
nokta, aktarıcı olarak dahil olunan sosyal ve siyasi ortamlar hakkında
fotoğrafçının kişisel birikiminin düzeyidir. Bilgi ve bilinç düzeyi yükseldikçe
olayların ve olguların özü fotoğraflarda daha açıkça ortaya konulur. Tersi
durumda fotoğraflar yine yüzeyselleşir.
-Mevcut siyasetin çalışmalara olumlu-olumsuz
(kolaylaştırması/zorlaştırması) etkileri olduğunu düşünüyor musunuz?
-
Fotoğraf üretiminde bulunulan coğrafyanın
siyasi ortamı çalışma şartlarını kökten belirler. Aktif olarak basın
fotoğrafçılığı yaptığım yıllarda siyasi ortam günümüzde olduğu kadar
cepheleşmemiş olmasına rağmen iktidar ve muhalefetin kapsadığı alanların
yoğunluğu basın fotoğrafçılarının üretimlerinde de belirleyici oluyordu
kuşkusuz. Bugün bu durum olumsuz anlamda en üst seviyede yaşanıyor, diye
düşünüyorum.
-Mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz…
-
Basın fotoğrafçılığı mesleği kısa vadede
değilse de uzun vadede yukarıda bahsettiğim alan kaybından dolayı büyük bir çıkmazda
bulacak kendini. Yayın kuruluşları artan maliyetler, kalite beklentilerinin
azalması, medya içeriğinin hızla değişmesi gibi nedenlerle basın
fotoğrafçılarına dönük beklentilerini ve bu yöndeki ihtiyaçlarını farklı
biçimlerde gidermeye yönelecekler. Bu da basın fotoğrafçılarının belli bir
zaman dilimi içerisinde daha da büyük bir iş alanı kaybı yaşamaları anlamına
gelecek.
-Mesleğinize ilişkin akademik bir eğitim aldınız mı? (akademik
eğitiminiz nedir?)
-
İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek
Okulu’nda gazetecilik eğitimi aldım. Basın fotoğrafçısı olmama sebep olan
okuldaki fotoğrafçılık dersimize giren Milliyet Gazetesi foto-muhabiri Özdemir
Gürsoy’dur. Onun derslerinde fotoğrafçılığın güçlü anlatım olanaklarıyla
tanışmış ve çok etkilenmiştim. Bu anlamda hayatımı belirleyen bir kişi olarak
anarım kendisini.
-Çalıştığınız kurumlar mesleğe dair bir eğitim verdi mi?
-
Çalıştığım kurumların hiçbirinde mesleki
gelişime neden olacak bir eğitim almadım. Bu yüzden çalıştığım yayınların her
birini ayrı ayrı birer eğitim alanı olarak kabul ettim.
-Fotoğrafa etkisi olabilecek diğer sanatlara ilginiz var mı?
-
Edebiyat ve sinema alanları
fotoğrafçılığıma katkıda bulunan alanlar oldu diyebilirim. Bu her iki alanda da
çalışmalarım oldu ve olmaya devam ediyor.
-Fotoğrafın tüm boyutlarına ve bu bağlı olarak kendi bireysel
gelişiminize etki
edeceğinizi düşündüğünüz bir alan var mı?
-
Özellikle edebiyat alanı bireysel
gelişimde büyük bir öneme sahip. Yazılı dili kullanma becerisi ile görsel dili
kullanma becerisi arasında paralellik olduğunu düşünüyorum.
-Basın fotoğrafçılığı mesleğinin entelektüel birikim
gerektirdiğini düşünüyor
musunuz?
musunuz?
-
Basın fotoğrafçılığı mesleğinin en önemli
noktalarından biri entelektüel birikim düzeyi… Bu birikim dünyaya bakışı nasıl
belirliyorsa, üretilen fotoğrafların içeriğini de, üretim sırasındaki süreci de
etkiliyor ve belirliyor.
duruyorsunuz?
-
Yayın kuruluşlarında çalışırken en büyük
sorunlarımızdan biri de imza konusuydu. Bu konuda mesleki bir örgütlenmeye
sahip olamadığımız için etkin bir duruş ortaya koyamadık fakat çalıştığımız iş
yerlerindeki yönetici kadrolara bu konuda baskı yapmaya çalıştık. Zaman zaman
sonuç aldık ancak Türkiye medyasının düşük profilli yönetim kadrolarında kalıcı
bir sonuç elde etmek için yetersiz çabalardı bunların hepsi. Meslekte ilerleyen
yıllarımda fotoğraf editörlüğü yaparken bu imza sorununu çalıştığım
fotoğrafçılara yaşatmadım. İmzasız fotoğraf kullanımına karşı yayın yönetmenlerini
uyararak olması gereken noktaya gelmelerine aracılık ettim. Sonrasında da
farklı yayın grupları ile medya etiği üzerine çalışmalar yaparken de bu konuyu
daima gündemde tuttum ve kısmen sonuç alınmasına katkıda bulundum.
-Daha fazla ne yapılabilir?
-
İmza sorunun köklü olarak çözülmesi için,
diğer pek çok soruna da odaklanarak çözüm üretmeye çalışacak bir basın
fotoğrafçılığı meslek örgütüne ihtiyaç var. Ne yazık ki böyle bir örgütlenmenin
yakın ve orta vadede gerçekleşmesine ilişkin bir ışık görünmüyor.
-Dijitalleşme,
yurttaş gazeteciliği gibi yeni alanlar gelir seviyenizi ne kadar
etkiledi?
-
Profesyonel basın fotoğrafçılığını
bıraktığım yıllar henüz dijitalleşme döneminin başlarıydı ve yurttaş
gazeteciliği kavramı da Türkiye için çok yeniydi. Dolayısı ile bu alanların
gelişiminin etkilerini doğrudan yaşamadım fakat çevremde özellikle dijital
döneme geçiş ile birlikte işsiz kalan çok sayıda foto-muhabiri oldu. Yayın
kuruluşları internet üzerinden “çalıntı/izinsiz fotoğraf kullanımı”na öylesine
kaptırdılar ki kendilerini bu konuda açılan davaların sayısı çok kısa bir süre
içinde hızla arttı.
-Medya kuruluşlarındaki ekonomik krize bağlı olarak, ilk işten
çıkarılanlar foto
muhabirleri oldu. Neden?
muhabirleri oldu. Neden?
-
Medya kuruluşları zaten sürekli bir krizin
içinde yaşadı ya da bu kriz halleri kârlılığın arttırılması için bir bahane
olarak kullanıldı. Bu nedenle mesleğe başladığım yıllardan günümüze kadar yıl
sonlarında ve yaz dönemi başlangıçlarında çalışan sayılarında azaltmaya giden
yayın kuruluşlarının ilk vazgeçtikleri arasında basın fotoğrafçıları başı
çekti. Dolayısı ile bu sorun sadece günümüzün sorunu değil, öteden beri her
zaman karşımızda olan bir sorundu. Yayın organlarında kalite beklentisi düşük
olduğu için basın fotoğrafçılarının yaptığı işi muhabirlere yüklemek,
ajanslarla açığı kapatmak ve dahası fotoğraf çalarak ihtiyaçları karşılamak
yönetimsel bir anlayış olarak yerleşti.
-Sosyal haklarınız var mıydı?
-
Nadiren de olsa 212 sayılı basın kanununa
tabi olarak çalıştığımız iş yerlerinde ekonomik ve sosyal haklarımız daha
fazlaydı. Fakat özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren medya
şirketleri 212’ye tabi basın emekçisi çalıştırmaktan kaçınmaya başladılar.
Kayıt dışı çalıştırmalar, telifli çalıştırma yöntemleri ve hakların daha
sınırlı olduğu farklı yasalara tabi işçi çalıştırma yöntemleri uygulanmaya
başlanınca büyük bir hak kaybı ortaya çıktı.
-Sendikaya üye misiniz?
-
Türkiye Gazeteciler Sendikası’na hiç üye
olmadım. Bunun sebepleri arasında 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında
sendikaların etkisizleştirilmesi, sendika yönetimlerinin pasifliği hatta yer
yer işbirlikçi tutumları ve bazı iş yerlerinin sendikaya katılmak için gereken
kişi sayısının oluşmasını engellemek için yaptığı baskı, işten çıkarma gibi
hamleler sayılabilir.
-Fotoğraflarınıza kendi ideolojinizi yansıtıyor musunuz?
-
Gazetecilik mesleğinin okulda öğretildiği
gibi tarafsızlık ilkesine bağlı kalması gereğine hiçbir zaman inanmadım,
tersine bu ilkenin egemen siyasi hayatın bekaası için kullanıldığını düşündüm. Dolayısı
ile bir editörün, bir muhabirin, bir foto-muhabirinin tarafsız olabileceğini,
olması gerektiğini düşünmüyor ve savunmuyorum. Gazetelerin, dergilerin başlık,
spot, haber gövde metni nasıl ki seçilen kelimeler üzerinden ve hatta mizanpaj
anlayışı ile bir ideolojik söylem oluşturuyorsa fotoğraflar da bu söyleme
aracılık ediyor. Fotoğraf alanında bir nüans da var fakat: Fotoğrafçı bir
kadraj içerisinde oluşturduğu imgeleri bir haber metni yazarına göre daha
farklı ve özgür oluşturabiliyor. Dolayısı ile yayın politikalarının dışında
kişisel ideolojisini yansıtan fotoğraflar üretmek mümkün olabiliyor. Diğer
yandan çalışılan yayın organının politikası ile açıkça karşıtlık oluşması
durumunda bu basın fotoğrafçısının iş akdinin sonlandırılması anlamına da gelebiliyor.
Bu türden bir durumla karşı karşıya kalmamak için mümkün olduğu durumlarda
basın fotoğrafçısının kendi ideolojisi ile yakın bağları olan yayınlarda
çalışması gerekiyor.
-Bağlı olduğunuz kurum çektiğiniz fotoğraflar için bir çerçeve
çiziyor mu?
Kurumun editöryal kaygıları oto sansüre sebep oluyor mu?
Kurumun editöryal kaygıları oto sansüre sebep oluyor mu?
-
Basın fotoğrafçısının bağlı olduğu kurumun
yayın politikaları bazen esnek, bazen de son derece katı olabiliyor. Her
durumda bunun bir çerçeve oluşturduğunu kabul etmek gerekir. Resmi ideolojinin
güdümündeki bir haber ajansı ya da gazetede çalışan fotoğrafçılar bu kurumların
çizgisine göre fotoğraf üretebilirler. Tersi durumda o kurumlarda çalışmaları
mümkün olamayacaktır. Aynı şekilde muhalif yayın yapan bir basın kuruluşunda
çalışanlar da kendilerine dayatılan çerçeve içinde üretimde bulunabilirler.
Günümüzde sayıları son derece az olan ve sanırım sadece dijital ortamda varlık
gösterebilen bazı yayın kuruluşları daha geniş bir yelpazede ve siyasi
çeşitlilikte yayın yapıyor. Bu gibi yayınlar arasında ise foto-muhabiri
çalıştıran bildiğim kadarıyla yok. Sonuç olarak basın fotoğrafçısı çalıştığı
kurumun çizgileri içerisinde fotoğraf üretmek zorunda ve bu da otosansürü
kaçınılmaz kılıyor.
-Haber değerini yükseltmek için manipülatif davranır mısınız?
Aynı sebeple
oynanmış bir fotoğrafınız oldu mu?
oynanmış bir fotoğrafınız oldu mu?
-
Haber değerini yükseltmek için yapılan
başka bir fotoğraftan ekleme ya da fotoğraftan bir kısmı silme gibi
manipülasyonlar meslek etiği açısından kabul edilemez. Diğer yandan fotoğraf
olgusunun kendisi manipülatiftir. Kadraj, bakış açısı, renk kullanımı, tonlama,
vurgu noktası oluşturma gibi ve daha birçok tercih fotoğrafın manipülatif
doğasının parçasıdır. Bu anlamıyla geçmişten bugüne çektiğim fotoğraflarda
haber değerini yükseltmek için değil ancak izleyici üzerindeki etkiyi
güçlendirmek için kontrast, renk tonlaması, titreşim vb uygulamalar yaptığımı
söyleyebilirim. Bu türden uygulamalar uluslar arası medya etiği kapsamında
kabul gören, yukarıda da değindiğim gibi fotoğrafın doğasına aykırı olmayan
müdahaleler olarak kabul edilir.
Aralık 2019
Yorumlar
Yorum Gönder