Türkiye’de Foto Muhabirlik Mesleğinin İtibarı Üzerine Yücel Tunca İle Söyleşi


1 Mayıs'ta polis tarafından vurularak öldürülen genç işçi Akif Dalcı'nın cenaze töreninde polis, cenazeye katılanlara ve gazetecilere saldırmış, çok sayıda insan yaralanmıştı. Fotoğraf: Ali Tevfik Berber/Cumhuriyet Gazetesi-1989

Söyleşi: Elif Fidan Çoruh

Gazeteciliğin iki önemli unsuru yazı ve görsel ise, görsel kısmının hayli büyük bir dilimini kaplayan fotoğraftır. Gazete yazılarının fotoğrafla buluşmasından sonra basın fotoğrafçılığı önemini arttırmıştır.

Günümüz basın fotoğrafçılığının geldiği noktada, Türkiye şartlarında foto muhabirlik
mesleğinin itibarına dair inceleme ve araştırmayı içeren proje; Türkiye’de foto muhabirlerinin eğitimi/ entelektüel birikimleri, imza sorunu, gelir durumu ve sosyal hakları, sendikal hakları; mesleği nasıl hangi koşullarda, nasıl çalıştırıldığı, Türk
medyasının mesleğe yaklaşımı; gelişen teknolojinin mesleğin geleceğine etkileri, meslek etiğine dair görüşler çerçevesinde muhabirlerin mesleğe bakış açılarını ortaya koymak amaçlanmıştır.

-Sizi tanıyabilir miyiz?

-         1966 yılında Diyarbakır’da doğdum. 1968-1972 yılları arasında Ankara’da, 1972-2017 yılları arasında İstanbul’da ve 2017 yılından bu tarafa da Bergama-İzmir’de yaşıyorum. Basın fotoğrafçılığının yanı sıra uzun yıllar kendi atölyem dahil çeşitli kurumlarda ve üniversitelerde fotoğrafçılığın farklı alanlarına ilişkin dersler verdim. Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi’nin kurucuları arasında bulundum ve yönetimlerinde yer aldım. İstanbul Saydam Günleri, UlisFotoFest, ÜniFotoFest ve Belgesel Fotoğraf Günleri gibi fotoğraf festivallerini düzenledim ve düzenleme ekiplerinde yer aldım. Türkiye’de ve yurt dışında kişisel ve karma fotoğraf sergileri açtım, fotoğraf gösterileri yaptım, seminer ve konferanslar verdim, fotoğraf alanında kitap ve dergi yayıncılığı yaptım. Halen Bergama’da Sarı Denizaltı adlı fotoğraf ve sanat atölyesinde Günseli Baki Tunca ile birlikte üretimlerde bulunuyor, belgesel fotoğraf alanında projeler üretiyorum.

-Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız?

-         1983 yılında İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’na girdim. Fotoğrafçılığa ve hemen sonrasında basın fotoğrafçılığına üniversite yıllarında başladım.

-Mesleğe geçişiniz nasıl oldu? Basın fotoğrafçılığı çok zor ve tehlikeli bir meslek. Sizi fotoğraf çekmeye iten o dürtüyü nasıl tanımlarsınız?)

-         Üniversite eğitimim devam ederken basın kuruluşlarında foto-muhabir olarak çalışmaya başladım. Bu yıllarda Söz Gazetesi, Sokak Dergisi ve Güneş Gazetesi’nde çalıştım. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisansa devam ederken Tempo Dergisi’nde çalışmaya başladım; Panorama ve Turkuaz dergileriyle Evrensel Gazetesi’nde çalışmaya devam ettim. Yüksek lisans eğitimini tamamlamadım. Mesleğe foto-muhabiri ve fotoğraf editörü olarak 2007 yılına kadar devam ettim.
Meslekteki ilk 12 yılımda çalıştığım yayınlar ağırlıklı olarak haber, aktüel, siyasi; sonrasındaki 10 yılda çalıştıklarım ise (İstanbul Life, İstanbullu, SeaLife) doğa, coğrafya ve life style odaklıydı. İlk dilimde üretimde bulunduğum yayınlar için sosyal ve siyasi çatışmaların içinde fotoğraflar çektim. Fotoğrafın uyarıcı ve anlatımcı gücü beni bu alanda üretimde bulunmam için teşvik etti, etmeye de devam ediyor.

-Fotoğraf kişisel kaygıların ürünü müdür? Toplumsal değişime yol açar mı?

-         Fotoğrafın çeşitli üretim alanları olduğu gibi her bir alanın üretim motivasyonu farklılık gösteriyor. Basın fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğrafçılık alanlarında da farklı motivasyonlar söz konusu. Basın fotoğrafçısı çalıştığı yayın organını seçme olanağına sahip olduğunda kişisel kaygılarıyla çelişki yaşamadan üretimde bulunabiliyor. Fakat her zaman bu mümkün olmuyor ve ideolojik farklılıklar söz konusu olduğunda bir yabancılaşma yaşanıyor. Bu yabancılaşmaya karşı kimi basın fotoğrafçıları profesyonel duruş geliştirerek kendilerine bir korunma kalkanı oluşturmayı deniyor, kimileri de mesleki ve kişisel hesaplaşmanın içinde bir hayli zorlanıyor. Pek çok fotoğrafçı için çektikleri fotoğrafların toplumsal karşılıklarını düşünmek kişisel çözülmelerini yavaşlatıcı pozitif bir etken oluyor. Fotoğrafı önemsemekle beraber fotoğraftan yana toplumsal dönüşümler bakımından fazla bir beklenti içinde değilim. Fotoğrafların, 200 yıla yakın geçmişinde giderek yükselen ve sonrasında da hızla inişe geçen bir dönüştürücü toplumsal karşılığı olduğunu düşünüyorum.

-Fotoğrafçılığın ilk şartı görüntülediğiniz kişilerle yoğun bağlantı kurmaksa ikincisi sizce nedir?

-         Basın fotoğrafçılarının görüntüledikleri kişilerle kurdukları bağı hep zayıf bulmuşumdur. Bu hızlı üretim şartlarının getirdiği bir sonuç olmakla beraber aynı zamanda medya ortamının insan odaklı yaklaşımdan uzak olmasından kaynaklanıyor. Derinlemesine ilişkinin zayıflığı fotoğrafların içeriğini de zayıflatıyor. Bununla birlikte önemli olan ikinci nokta, aktarıcı olarak dahil olunan sosyal ve siyasi ortamlar hakkında fotoğrafçının kişisel birikiminin düzeyidir. Bilgi ve bilinç düzeyi yükseldikçe olayların ve olguların özü fotoğraflarda daha açıkça ortaya konulur. Tersi durumda fotoğraflar yine yüzeyselleşir.

-Mevcut siyasetin çalışmalara olumlu-olumsuz (kolaylaştırması/zorlaştırması) etkileri olduğunu düşünüyor musunuz?

-         Fotoğraf üretiminde bulunulan coğrafyanın siyasi ortamı çalışma şartlarını kökten belirler. Aktif olarak basın fotoğrafçılığı yaptığım yıllarda siyasi ortam günümüzde olduğu kadar cepheleşmemiş olmasına rağmen iktidar ve muhalefetin kapsadığı alanların yoğunluğu basın fotoğrafçılarının üretimlerinde de belirleyici oluyordu kuşkusuz. Bugün bu durum olumsuz anlamda en üst seviyede yaşanıyor, diye düşünüyorum.

-Mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz…

-         Basın fotoğrafçılığı mesleği kısa vadede değilse de uzun vadede yukarıda bahsettiğim alan kaybından dolayı büyük bir çıkmazda bulacak kendini. Yayın kuruluşları artan maliyetler, kalite beklentilerinin azalması, medya içeriğinin hızla değişmesi gibi nedenlerle basın fotoğrafçılarına dönük beklentilerini ve bu yöndeki ihtiyaçlarını farklı biçimlerde gidermeye yönelecekler. Bu da basın fotoğrafçılarının belli bir zaman dilimi içerisinde daha da büyük bir iş alanı kaybı yaşamaları anlamına gelecek.

-Mesleğinize ilişkin akademik bir eğitim aldınız mı? (akademik eğitiminiz nedir?)

-         İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda gazetecilik eğitimi aldım. Basın fotoğrafçısı olmama sebep olan okuldaki fotoğrafçılık dersimize giren Milliyet Gazetesi foto-muhabiri Özdemir Gürsoy’dur. Onun derslerinde fotoğrafçılığın güçlü anlatım olanaklarıyla tanışmış ve çok etkilenmiştim. Bu anlamda hayatımı belirleyen bir kişi olarak anarım kendisini.

-Çalıştığınız kurumlar mesleğe dair bir eğitim verdi mi?

-         Çalıştığım kurumların hiçbirinde mesleki gelişime neden olacak bir eğitim almadım. Bu yüzden çalıştığım yayınların her birini ayrı ayrı birer eğitim alanı olarak kabul ettim.

-Fotoğrafa etkisi olabilecek diğer sanatlara ilginiz var mı?

-         Edebiyat ve sinema alanları fotoğrafçılığıma katkıda bulunan alanlar oldu diyebilirim. Bu her iki alanda da çalışmalarım oldu ve olmaya devam ediyor.

-Fotoğrafın tüm boyutlarına ve bu bağlı olarak kendi bireysel gelişiminize etki
edeceğinizi düşündüğünüz bir alan var mı?

-         Özellikle edebiyat alanı bireysel gelişimde büyük bir öneme sahip. Yazılı dili kullanma becerisi ile görsel dili kullanma becerisi arasında paralellik olduğunu düşünüyorum.

-Basın fotoğrafçılığı mesleğinin entelektüel birikim gerektirdiğini düşünüyor
musunuz?

-         Basın fotoğrafçılığı mesleğinin en önemli noktalarından biri entelektüel birikim düzeyi… Bu birikim dünyaya bakışı nasıl belirliyorsa, üretilen fotoğrafların içeriğini de, üretim sırasındaki süreci de etkiliyor ve belirliyor.

 -Fotoğrafların yayınlanırken imzasız oluşuna dair hak arayışlarında siz nerede
duruyorsunuz?

-         Yayın kuruluşlarında çalışırken en büyük sorunlarımızdan biri de imza konusuydu. Bu konuda mesleki bir örgütlenmeye sahip olamadığımız için etkin bir duruş ortaya koyamadık fakat çalıştığımız iş yerlerindeki yönetici kadrolara bu konuda baskı yapmaya çalıştık. Zaman zaman sonuç aldık ancak Türkiye medyasının düşük profilli yönetim kadrolarında kalıcı bir sonuç elde etmek için yetersiz çabalardı bunların hepsi. Meslekte ilerleyen yıllarımda fotoğraf editörlüğü yaparken bu imza sorununu çalıştığım fotoğrafçılara yaşatmadım. İmzasız fotoğraf kullanımına karşı yayın yönetmenlerini uyararak olması gereken noktaya gelmelerine aracılık ettim. Sonrasında da farklı yayın grupları ile medya etiği üzerine çalışmalar yaparken de bu konuyu daima gündemde tuttum ve kısmen sonuç alınmasına katkıda bulundum.

-Daha fazla ne yapılabilir?

-         İmza sorunun köklü olarak çözülmesi için, diğer pek çok soruna da odaklanarak çözüm üretmeye çalışacak bir basın fotoğrafçılığı meslek örgütüne ihtiyaç var. Ne yazık ki böyle bir örgütlenmenin yakın ve orta vadede gerçekleşmesine ilişkin bir ışık görünmüyor.

-Dijitalleşme, yurttaş gazeteciliği gibi yeni alanlar gelir seviyenizi ne kadar
etkiledi?

-         Profesyonel basın fotoğrafçılığını bıraktığım yıllar henüz dijitalleşme döneminin başlarıydı ve yurttaş gazeteciliği kavramı da Türkiye için çok yeniydi. Dolayısı ile bu alanların gelişiminin etkilerini doğrudan yaşamadım fakat çevremde özellikle dijital döneme geçiş ile birlikte işsiz kalan çok sayıda foto-muhabiri oldu. Yayın kuruluşları internet üzerinden “çalıntı/izinsiz fotoğraf kullanımı”na öylesine kaptırdılar ki kendilerini bu konuda açılan davaların sayısı çok kısa bir süre içinde hızla arttı.

-Medya kuruluşlarındaki ekonomik krize bağlı olarak, ilk işten çıkarılanlar foto
muhabirleri oldu. Neden?


-         Medya kuruluşları zaten sürekli bir krizin içinde yaşadı ya da bu kriz halleri kârlılığın arttırılması için bir bahane olarak kullanıldı. Bu nedenle mesleğe başladığım yıllardan günümüze kadar yıl sonlarında ve yaz dönemi başlangıçlarında çalışan sayılarında azaltmaya giden yayın kuruluşlarının ilk vazgeçtikleri arasında basın fotoğrafçıları başı çekti. Dolayısı ile bu sorun sadece günümüzün sorunu değil, öteden beri her zaman karşımızda olan bir sorundu. Yayın organlarında kalite beklentisi düşük olduğu için basın fotoğrafçılarının yaptığı işi muhabirlere yüklemek, ajanslarla açığı kapatmak ve dahası fotoğraf çalarak ihtiyaçları karşılamak yönetimsel bir anlayış olarak yerleşti.

-Sosyal haklarınız var mıydı?

-         Nadiren de olsa 212 sayılı basın kanununa tabi olarak çalıştığımız iş yerlerinde ekonomik ve sosyal haklarımız daha fazlaydı. Fakat özellikle 1990’lı yılların başlarından itibaren medya şirketleri 212’ye tabi basın emekçisi çalıştırmaktan kaçınmaya başladılar. Kayıt dışı çalıştırmalar, telifli çalıştırma yöntemleri ve hakların daha sınırlı olduğu farklı yasalara tabi işçi çalıştırma yöntemleri uygulanmaya başlanınca büyük bir hak kaybı ortaya çıktı. 

-Sendikaya üye misiniz?

-         Türkiye Gazeteciler Sendikası’na hiç üye olmadım. Bunun sebepleri arasında 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında sendikaların etkisizleştirilmesi, sendika yönetimlerinin pasifliği hatta yer yer işbirlikçi tutumları ve bazı iş yerlerinin sendikaya katılmak için gereken kişi sayısının oluşmasını engellemek için yaptığı baskı, işten çıkarma gibi hamleler sayılabilir.

-Fotoğraflarınıza kendi ideolojinizi yansıtıyor musunuz?

-         Gazetecilik mesleğinin okulda öğretildiği gibi tarafsızlık ilkesine bağlı kalması gereğine hiçbir zaman inanmadım, tersine bu ilkenin egemen siyasi hayatın bekaası için kullanıldığını düşündüm. Dolayısı ile bir editörün, bir muhabirin, bir foto-muhabirinin tarafsız olabileceğini, olması gerektiğini düşünmüyor ve savunmuyorum. Gazetelerin, dergilerin başlık, spot, haber gövde metni nasıl ki seçilen kelimeler üzerinden ve hatta mizanpaj anlayışı ile bir ideolojik söylem oluşturuyorsa fotoğraflar da bu söyleme aracılık ediyor. Fotoğraf alanında bir nüans da var fakat: Fotoğrafçı bir kadraj içerisinde oluşturduğu imgeleri bir haber metni yazarına göre daha farklı ve özgür oluşturabiliyor. Dolayısı ile yayın politikalarının dışında kişisel ideolojisini yansıtan fotoğraflar üretmek mümkün olabiliyor. Diğer yandan çalışılan yayın organının politikası ile açıkça karşıtlık oluşması durumunda bu basın fotoğrafçısının iş akdinin sonlandırılması anlamına da gelebiliyor. Bu türden bir durumla karşı karşıya kalmamak için mümkün olduğu durumlarda basın fotoğrafçısının kendi ideolojisi ile yakın bağları olan yayınlarda çalışması gerekiyor.

-Bağlı olduğunuz kurum çektiğiniz fotoğraflar için bir çerçeve çiziyor mu?
Kurumun editöryal kaygıları oto sansüre sebep oluyor mu?


-         Basın fotoğrafçısının bağlı olduğu kurumun yayın politikaları bazen esnek, bazen de son derece katı olabiliyor. Her durumda bunun bir çerçeve oluşturduğunu kabul etmek gerekir. Resmi ideolojinin güdümündeki bir haber ajansı ya da gazetede çalışan fotoğrafçılar bu kurumların çizgisine göre fotoğraf üretebilirler. Tersi durumda o kurumlarda çalışmaları mümkün olamayacaktır. Aynı şekilde muhalif yayın yapan bir basın kuruluşunda çalışanlar da kendilerine dayatılan çerçeve içinde üretimde bulunabilirler. Günümüzde sayıları son derece az olan ve sanırım sadece dijital ortamda varlık gösterebilen bazı yayın kuruluşları daha geniş bir yelpazede ve siyasi çeşitlilikte yayın yapıyor. Bu gibi yayınlar arasında ise foto-muhabiri çalıştıran bildiğim kadarıyla yok. Sonuç olarak basın fotoğrafçısı çalıştığı kurumun çizgileri içerisinde fotoğraf üretmek zorunda ve bu da otosansürü kaçınılmaz kılıyor.

-Haber değerini yükseltmek için manipülatif davranır mısınız? Aynı sebeple
oynanmış bir fotoğrafınız oldu mu?


-          Haber değerini yükseltmek için yapılan başka bir fotoğraftan ekleme ya da fotoğraftan bir kısmı silme gibi manipülasyonlar meslek etiği açısından kabul edilemez. Diğer yandan fotoğraf olgusunun kendisi manipülatiftir. Kadraj, bakış açısı, renk kullanımı, tonlama, vurgu noktası oluşturma gibi ve daha birçok tercih fotoğrafın manipülatif doğasının parçasıdır. Bu anlamıyla geçmişten bugüne çektiğim fotoğraflarda haber değerini yükseltmek için değil ancak izleyici üzerindeki etkiyi güçlendirmek için kontrast, renk tonlaması, titreşim vb uygulamalar yaptığımı söyleyebilirim. Bu türden uygulamalar uluslar arası medya etiği kapsamında kabul gören, yukarıda da değindiğim gibi fotoğrafın doğasına aykırı olmayan müdahaleler olarak kabul edilir.

Aralık 2019

Yorumlar

Çok Okunanlar