Dünya Başkentinde Uzun Yürüyüşler: New York Notları

F: Yücel Tunca
Adını, İngiliz kralı II. Charles’in kardeşi olan Albany ve York Dükü’nün ünvanından alan kentin bayrağındaki sembollerde yer alan özgürlük ve adalet temaları New Yorklular’ın sıkı sıkıya bağlı oldukları başlıca değerleri temsil etse de, bu yalnızca bir özlemin ifadesi olarak kabul görür. Çünkü özgürlüğe, adalete ve eşitliğe en çok ihtiyaç duyan insanlar, göçmenler tarafından kurulmuştur New York.

Nüfusunun yüzde 36’sını yabancıların oluşturduğu New York, Avrupa’dan gelen 12 milyon göçmenin Amerika’yı kurmaya giriştiği yer olarak kabul ediliyor. Üç milyon kişinin başka ülkelerde doğduktan sonra geldiği kent, bu özelliğine uygun olarak nisan ayında Göçmen Tarihi Haftası’na da ev sahipliği yapıyor. Kendisi de bir Fransız göçmeni (1885) olan 33 metrelik, 90 tonluk Özgürlük Heykeli’nin bulunduğu Ellis Adası, kutlamaların merkezinde bulunuyor. 1609 yılında İngiliz kaşif Henry Hudson tarafından keşfedilen New York’a Avrupalı göçmenler çok uzun yıllar boyunca buradaki limandan ayak basmışlar. Burası 1990 yılında müzeye dönüştürülmüş.

Özel günlerin, haftaların sonu gelmediği bir kent New York. Karnavallar, yürüyüşler, sokak showları... hepsi bir yana yaza girdiğimiz şu günler kentin en güzel günleri. Sokaklar ve caddeler Japon kiraz ağaçlarının ve dogwood denilen beyaz-pembe çiçekli ağaçlarla bezeli. Çiçekler yavaşça dökülüp yerlerini yemyeşil yapraklara bırakacaklar. Sekiz milyonluk New York baharın ve yazın tadını çıkarmak için Central Park’a akın etmeye başladı bile. Arada boşalan sağanaklar gözlerini korkutmuyor. New Yorklu olmanın ayrıcalığını hissediyorlar, onun parçası olmanın tadını çıkartıyorlar. Bu kentin bir parçası olmak pek çok insan için çok önemli; Frank Sinatra gibi: “New York New York senin bir parçan olmak istiyorum.”

Gezginler, Dünya vatandaşıdır. Bir ülkeye, bir kente bağlanıp kalmazlar. Yine de New York, İstanbul gibi, Paris gibi, insan ruhunun bir parçasını alıp, kendi hamuruna katmakta pek maharetlidir. Koşarcasına Özgürlük Abidesi’ne, Empire State Binası gitmek gelmez içinizden. Eşsiz müzelerinde kaybolup gitmekte acele etmezsiniz. Yavaşça yayılmasını istersiniz kentin damarlarınızda. Sonsuz enerjisi kana karıştığında artık, tüm sokaklar, tüm yapılar, tüm mağazalar sizindir. Bu rüya, 5. Cadde’de gerçekle yüzleşene kadar sürecektir.

5. CADDE’DEKİ AMERİKA
11 Eylül’den sonra kısa süreliğine yavaşlayan tüketim çılgınlığı, 5. Cadde’de doruğa ulaşıyor. 1.200 dolara şarap içip, Meg Ryan ve Renee Zellweger gibi ünlülerle birlikte 600 dolar vererek kestireceğiniz saçınız için 3 ay sonraya randevu alabileceğiniz dünyadaki ender yerlerden biri burası. Wall Street ceolarının cirit attığı, her köşesinden bir Hollywood yıldızının çıkıverdiği caddede 350 bin dolarlık Mercedesler boy gösteriyor. Picasso'nun "Pipo İçen Çocuk" adlı tablosunun rekorları alt üst ederek 104.1 milyon dolara satılması ve New York Kadınlar Komitesi'nin düzenlediði geleneksel bir yemekte, başta Wall Street şirketlerinden olmak üzere 2.3 milyon dolar bağış toplanması bu bölgedeki insanların para harcama tutkusunu ortaya koyuyor. Bu görüntüler, bu rakamlar kuşkusuz Amerikan Rüyası’nın göz boyayan ambalajı. İpek örtü kaldırıldığında altından yüzbinlerce evsizin yaşadığı arka sokaklar çıkıyor. Bu “Empire State (İmparatorluk Kenti)”nin, ABD’nin ilk başkentinin gerçek yüzüdür.

Şehri tam olarak anlamak için heyecanınızı ve enerjinizi akşam saatlerine saklamalısınız. Çünkü New York’un kalbi Times Square’de atar. Yani Broadway’de. Eğlence ve show dünyasının ışıltısı burada soluğunuzu keser. Her yıl başında bir milyondan fazla insan One Times Square’den 90 saniye boyunca yağacak konfetilerle yeni yılı kutlamak için buraya akar. Palace Teater’de Elton John’un and Tim Rice’ın The Lion King’ten sonraki müzikalleri Aida’yı yalnızca burada izleyebilirsiniz. Çıkışta şık bir club için de adres aynı. B.B. King’s, Blue Note, Iridium Jazz Club, Spa... tümü Broadway’da.


GÜNE ERKEN BAŞLAMALI
New York’ta güne çok erken başlamakta yarar var. Manhattan’a hayat veren Central Park’ta uzun bir yürüyüş, Güney Limanı’nda kuvvetli bir kahvaltı... China Town’da öğle yemeği ya da sabredebilirseniz Little İtaly’da binbir pizzacıdan birini seçmek. Öğleden sonrayı Soho’ya ya da Chelsea’ye ayırmak gerekiyor. Aklınızı başınızdan alacak, müthiş sanatsal tatminler yaşayacağınız sanat galerileri özellikle bu iki bölgede yoğunlaşıyor. Soho’nun 1990’lardaki iktidarı, 2000’lerde Chelsea’ya kaymış durumda. Modern sanatın aşkın örnekleri, sokaklar boyunca uzanan, sanayi mahallesinden devşirilmiş galerilerde ilgilenenleri bekliyor. Bir çoğuna giriş ücretli.

Central Park’ın kuzeyinde ünlü Harlem. Geçmiş yıllarda nam saldığı gibi tehlikeli ve beyazların asla giremediği bir siyah bölgesi değil. Hala siyahların ve İspaniklerin kontrolünde olduğu doğru fakat barış içinde yapılacak yürüyüşlere de kimsenin itirazı yok. Sözüme güvenip de tedbiri elden bırakmayın sakın: Pasaport, nakit ve kredi kartları daima güvenli bir yerde durmalı, üstünüzde taşımamaya özen göstermelisiniz.

Metropolitan Müzesi, New York’un gezilmezse olmaz yerlerinden. Şanslıysanız, büyük galerilerinde çok önemli sergilere de rastlayacağınız müzede üç milyondan fazla obje sergileniyor. Bu objeler arasında Mısır’dan ve Anadolu’dan da parçalar var, Amerikan Beyzbol tarihinin kilometre taşlarından da...  Modern Sanatlar Müzesi (MOMA), Guggenheim Müzesi de gezilmediği takdirde, “New York’ta bulundum” denilemez.

Greenwich Village, şehrin popüler yerlerinin başında gelir. New York Universitesi’nin de bulunduğu bölge alternatif ve radikal seçimlerin mekanıdır.


GÖKDELENLER DENİZİ
Yıllar yıllar önce bir Hollandalı göçmen tarafından kızılderililerden 24 dolara satın alındığı rivayet edilen Manhattan, bilindiği gibi aynı zamanda gökdelenler adasıdır. Şehre çok önemli bir özellik kazandıran gökdelenler için geçtiğimiz nisan ayında bir müze dahi açıldı. Aşağı Manhattan olarak anılan bölgede açılan müzenin 5800 metrekarelik bir zemin galerisi mevcut ve bu galerinin taban ve tavanı cilalı paslanmaz çeliklerle kaplı. Müzeden çıkışta Empire State Binası’nın 102 katına çıkmanızı ve gün batımına kadar kenti buradan izlemenizi tavsiye ederim. Güneşin önce sarartıp, ardından turuncu alevlere boğduğu kent, çok geçmeden lacivert bir denize dönüşecek ve ışıkların yanmasıyla beraber Manhattan okyanusu yakamozlarla bezenecek.

Kentin bir diğer önemli binası da Rockefeller Center. Günlük nüfusu 200 bini geçiyor. Yanlış okumadınız: İkiyüz bin! İçinde 35 restoran var. 388 asansör katlar arasında mekik dokuyor.

Uzun ve yorucu yürüyüşlerin, metro ve deniz yolculuklarının sonunda bir nebze de olsa vatan özlemi duyduysanız New York bu duygunuz için de bir çok seçenek üretiyor: New York City/Manhattan Ali Baba Restaurant, Bereket Turkish Kebab House, Dalyan Authentic Turkish Restaurant, Istanbul Cuisine, Kumkapi Restaurant, Marti Kebap Salonu, Micheal's Restaurant (Mehmet'in Yeri), Üsküdar Turkish Restaurant, Yatagan Kebab House...

Son olarak, New York’a ne zaman gidilmesi gerektiğine dair birkaç tüyo vereyim: Nisan- Mayıs ve Eylül-Ekim en ideal aylar. 17 Mart, ST. Patrick Günü görülmeye değer. Haziran yoğun bir ay. “Fikir Değiştirme Günü” Central Park’ta yapılan entelektüel bir tartışma platformu olarak dikkat çeker. JVC Caz Festivali ve Shakespeare Festivali de Haziran’da gerçekleştirilir. 4 Temmuz, Amerikan milleyetçiliğinin gövde gösterisi günü, yani Amerika’nin kurtuluş günüdür. Resmi olandansa alternatifi tercih edenler Ağustos’ta yapılan Harlem Week’i beklemeli. Hip-hop’un ruhu burada yükselir. Ve elbette Eylül, ünlü New York Film Festivali’nin ayıdır. Bunlar ilk akla gelenler kuşkusuz. 50 genel ve büyük festivalden bir kaçı.

NEW YORK ÜZERİNE YAZILANLAR, ÇEKİLENLER

New York Kullanma KIlavuzu/ Sophie Calle
New York'u Yaşamak/ Zülal Kalkandelen
New York Seyir Defteri/Buket Uzuner
Şahsi Bir New York Biyografisi/Serdar Turgut
New York/Yusuf Tuvi
New York Metrosu/Haluk Çobanoğlu

Yorumlar

Çok Okunanlar