Bu Şehir, İstanbul Kitabı / 2003


Topkapı-İstanbul / 1996 (F: Yücel Tunca)

"Bu Şehir İstanbul" Üzerine... / 2003

Fotoğrafçılar için çağımızın görsel tarih yazıcıları demek sanırım yanlış olmaz. Çantalarına o günkü ruh hallerine bağlı olarak içlerini dökme araçlarını doldurup çıkıyorlar sokaklara. Tek başlarına, bir atın üzerinde veya kervanlarda aylarca süren gezilerinin her dakikasını kaleme alan geçmişin seyyahları gibi fotoğrafçılar da çektikleri her fotoğrafla, tab ettikleri her kareyle, gördüklerini ve yaşadıklarını görsel notlara dönüştürüyorlar. Fotoğraflar, fotoğrafçıların günlükleri değil mi? Her bir karede hayatı algılayış biçimlerini de yansıtmıyorlar mı? Uygun ortam ve koşullarda bu tek karelik yorumları herkesle paylaşmaya çalışmıyorlar mı? Hatta bazen fotoğraf makineleri ve filmler yanlarında olmasa bile gördüklerini zihinlerinin bir köşesine kaydediyorlar. Çünkü şunu biliyorlar: O ‘an’ın yeniden yaşanma ihtimali hiç yok!

Fotoğrafçılar kaydediyor, yorumluyor; ışığı, o eşsiz “an”ı bekliyor; filtreliyor, gerçekliğe müdahale ediyor; sonrasında da bu üretimlerin ‘sahneliyor’. Bu yüzden fotoğrafçılar aynı zamanda çağımıza çok yakışan sanatçılar değiller mi?

“Bu Şehir, İstanbul”un ilk anlamı bu benim için: Bu sergi ve kitap, sanatsal bir bir araya geliş… 50 fotoğraf sanatçısı (ki aralarında bu tanımlamalardan uzak duranlar da var) İstanbul’u anlatırken, salt bir güzellemenin peşinde olmadıklarını gösteriyor, fotoğraf sanatının özgün dilinin olanakları geniş gramerini kullanarak izleyicilere farklı bir deneyim yaşatıyorlar.

Bilinen İstanbul’un kıyılarından, daha az bilinen İstanbul’un ara sokaklarına kadar sokulan bu fotoğraflar, masalsı doğunun gerçekçi batıyla iç içe geçmesine dair olan bir sergide buluşuyor. Lensli gözlere çekilen is karası sürmeler gibi… Kimi için bu bir karmaşa belki, kimi içinse bir sentez ya da Zümrüt-ü Anka! Her ne ise… bu şehir gerçek; bu şehirler şehri İstanbul!

Türkiye’de Abdullah Biraderler’den, Pascal Sebah’tan başlayan fotoğraf yolculuğumuzda Thomas Allom’un, W. H. Bartlett’in, Eugene Flandin’in ve hiç kuşkusuz Antoine Ignase Melling’in gravürlerinin izleri var; belki de Nasuh el Silahi, Nigari, Nakkaş Osman ve Nakşi’nin minyatürlerinden daha çok… Ümmet toplumundan ulus bilincine geçiş sürecinde yaşanan sarsıntının etkilerinin ne denli derinlere işlediğini de gösteren, ‘Batı ile Doğu arasında köprü’ olmanın düşselliğinin yanında yol açtığı toplumsal ve kültürel travmaya da işaret eden bu durum yaklaşık yüz yıllık fotoğrafımızın tansiyonunu da kaçınılmaz biçimde belirliyor.

Fotoğrafçılarımız tarafından Anadolu kırsalının ‘keşfedildiği’ 1960’ların sonlarında başlayan fotoğraftaki kültürel ve ideolojik kimlik arayışı, ülke tarihinde kara bir milat olarak yerini alan 12 Eylül 1980’den itibaren silahların ve statükonun gölgesinde cılızlaştı. İki yüzyıl öncesinin gravürcülerinin bir tür reankarnasyonuydu bu. Fotoğrafımızda önünün alınması güç oryantalist rüzgâr, pop kültürün de desteğini alarak ve ona eklemlenerek aralarda tek tük filizlenen arayışları kırıp geçirdi. Şahin Kaygun bu dönemin en arayışçı, en aykırı ucu olarak rüzgâra karşı durdu, ta ki erken gelen ölüme yenik düşene kadar. 1990 sonrasının liberal havası daha ılıman bir iklimi vaat eder gibi olduysa da bu kez postmodernizmin, kimliksiz nesiller üzerinde yarattığı tahribat farklı sorunlar yarattı fotoğraf dünyasında. Bugün ise fotoğrafımız birçok değişik kaynaktan beslenen bir akarsu gibi kendi yatağında akıyor. “Bu Şehir, İstanbul”da yer alan 50 fotoğrafa baktığınızda göreceğinizi umduğum tüm bu farklı anlayışlar aynı zamanda ülkemizdeki fotoğrafçılık zemini hakkında da önemli ipuçlarını barındırıyor.

Serginin Oluşturulma Süreci 

Pekiyi, 50 fotoğrafçı nasıl bir araya geldi?
“Bu Şehir, İstanbul”un içeriğini oluşturan 50 fotoğrafçının ortak noktası İstanbul’da yaşamak ve yaşadıkları şehri görüntülemeyi sürdürmekti. Bu geniş çerçeve içerisinde yer alabilecek yüzlerce fotoğrafçı arasından bir bölümüne yapılabilecek çağrının iç dengelerini doğru kurgulamak gerekiyordu. Bu nedenle dinleri, kültürleri, etnik kökenleri ve pasaportlarını taşıdıkları ülkeler açısından farklılıklar olsun isteğiyle başladık çalışmaya. Çünkü İstanbul da böyleydi. Kuşaklar arasında, cinsiyetler arasında denge kurmaya çalıştık. Yaşları, görgüleri, bilgileri, çizgileri farklı olsun istedik, çünkü İstanbul da zaten böyle bir bileşimdi.

Bir fotoğrafçı herkesten daha fazla görür. Rengârenk açan sardunyalarla hayata yeniden tutunmaya çalışan ahşap bir Boğaziçi evini örümcek ağı gibi saran berbat elektrik ve telefon kablolarını kimi fotoğrafçı görür de görmezden gelir çünkü zaten yalnızca sardunyalı penceresinden bütün bir yaz belki yüz kere uyardığı mahallenin haylaz çocuklarını seyreden eski İstanbullu yaşlı kadına odaklanmak yeter ona… Kimisi kabloları görmez bile. Tıpkı bir ressam gibi renkleri leke olarak tespit eder fotoğrafında; renkler samur bir fırça ile iyice dağılmış gibidir… Kimisi de evi ve kabloları ayrılmaz parçalar olarak algılar, çünkü daha fotoğrafı çekmeden ‘resimaltı’nı yazmıştır bile: “Boğaziçi evleri zamana yeniliyor”. Bir başkası pencereyi yaşlı kadınla değil, ‘yapayalnız’ görüntüler. “Bu Şehir, İstanbul” sergisini oluşturan fotoğrafçıları bir araya getirirken işte tüm bu çeşitliliği sağlamaya, üslup farklarını yansıtmaya dikkat ettik.

Değerli birçok fotoğrafçımız, fotoğraf sanatçımız bu seçkinin dışında kaldı. Bu onları görmezden gelmek değildi kesinlikle. Her çalışmanın kendi sınırlarının olmasının yarattığı bir sonuçtu yalnızca.

Şimdi, İstanbul’da Kaybolmanın Vaktidir 

50 fotoğrafçının çoğunluğu, kendi İstanbul’unu ve kendisini anlatan eserini, fotoğrafın çerçevesine kadar belirleyerek sergiye katıldı. Her bir fotoğrafla kendi zihinlerindeki ve yüreklerindeki İstanbul’u yansıttılar, yaşadıkları ve yıllardır biriktirdikleri İstanbul’un birer parçasını çerçevelediler. Sergiyi gezdikten veya kitaba baktıktan sonra “Bu şehir, İstanbul mu?” diye soracaksınız belki. Zaten her gün yüzleştiğimiz bu şehir hepimizi şaşırtmaya devam ediyor. Umarım İstanbul’un tab edilmiş görüntülerinin yanı sıra onu özel duyarlılıklarıyla görüntüleyen fotoğrafçılar da zihninizde kendileri için özel bir yer bulur.

Son olarak… 
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin fotoğrafı, bir görsel belge olduğu kadar aynı zamanda sanatsal ifade aracı olarak da değerlendirmesi sayesinde “Bu Şehir, İstanbul” fotoğraf sergisi ve kitabı, bir proje olarak kalmayıp gerçekleşebildi. Bu projenin unsurlarını bir araya getiren kişi olarak; fotoğrafın gücünün farkındalığıyla bu projede tek tip fotoğraf beklentisinde ısrarcı olmayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkürlerimi de bu vesileyle sunmak istiyorum. Çünkü bu sayede alışılagelenden farklı bir İstanbul seçkisi oluşturulabildi.

Yücel Tunca / Galata-2003 
(Washington DC/ABD’de açılan “Bu Şehir, İstanbul” sergisinin ve Türkiye ile ABD’de dağıtılan aynı isimli fotoğraf kitabının giriş metni olarak yazılmıştır.)

Yorumlar

Çok Okunanlar