Bembeyaz Bir Coğrafyada Yürümek: Tuz Gölü
"Tata Palus Gölü, Küçük Asya'daki diğer göllerden esas
itibariyle pek farklıdır. Derinliği 1.5 metreyi geçmez ve yazın hararetini
tüteakip bu derinlik his olunacak derecede azalır. Buna Türkler Tuzlu Göl adını
verirler. (...) Gölün şekli pek gayri muntazamdır. Mevsime göre değişir. Büyük
kutru kuzeydoğudan güneydoğuya doğru 16 kilometre uzunluğundadır. En geniş yeri
5 kilometreyi geçmez."
Şarl Teksiye'nin Küçük Asiya adlı kitabında Tuz Gölü böyle
anlatılıyor. Terceme-i Atlas Coğrafiyyay-i Kebir'de ise Tuz Gölü'nün konumu
detaylı bir biçimde anlatılır: "Aksaray ve Koçhisar beyninde ve Haymana ve
Karapınar ovasına düşer. Devri üç, dört menzil bir memleha-i azimedir ki
Haymana yolu ol memlehanın bir canibinden geçer ve iki saatlik bir yoldur.
Nişanlar etmişlerdir. Ve bu memlehanın bir canibinden bir küçük nehir buna
munsab olur. Ve bu gölün zemini safi milh'tir(balçık). Mukata'adır(parçalı).
Ankara'dan Şereflikoçhisar'a doğru ilerlerken batı yönündeki
ışıltılarla kendini farkettiriyor Tuz Gölü. Yoğun beyazlık, tuz kristallerinin
tayfları, insan beyninde kaçınılmaz kar ve buz çağrışımı yaratıyor.
Ayaklarınızı kıyıdaki bir karış suya sokana kadar bu duygudan
kurtulamıyorsunuz. Donma derecesine yakın bir ısıya hazırlıyor beden kendini.
İlk adım şaşırtıyor, ikincisi alıştırıyor, üçüncüsünde ayaklarınızın
altındakinin tuz olduğunu kabul ettiriyor. Ve tuzu düşünüyorsunuz: Yaşamın en
önemli uzantılarından, hatta dayanaklarından biri olan tuz... Bedenimizde yüzde
3.5 oranında bulunan tuz...
Doğanın dengesine eşsiz bir göndermedir bu, çünkü
dünya denizlerindeki tuz oranı da aynıdır.
Kasıklara kadar uzanan avcı çizmeleriyle uzun bir yürüyüşe
çıkılabiliyor gölde. Gücünüz yettiğince, zaman zaman bir-iki karış çamura
batmayı göze alarak ilerlediğiniz gölün suyu bazen 5-10 cm., bazen de yarım
metre kadar. Beyşehir Gölü'nün su fazlasının kanallarla Tuz Gölü'ne aktarıldığı
dönemlerde derinlik 30-40 cm. kadar fazlalaşıyor. Doğayı kontrol altına almayı
hedefleyen büyük insanlık düşü, günümüzdeki haliyle bir zafere değil büyük bir
yenilgiye doğru yol alındığını gösterse de bunun önününe kolay kolay
geçilemiyor. Tuz Gölü de insanın düşten kabusa doğru evrilen rüyasından
nasibini alıyor. Sular yükseldiğinde ekolojik denge altüst oluyor gölde.
Buharlaşma azalıyor, suyun hava ile toprak arasındaki dönüşümü bozuluyor ve
çoraklaşma kendini hissettiriyor.
Dengenin bozulmasının tek nedeni Beyşehir
Gölü'nün su fazlası da değil üstelik. Özellikle Konya, Aksaray, Şereflikoçhisar
ve Cihanbeyli'nin evsel ve endüstriyel atıkları da Tuz Gölü'ne boşaltılıyor.
Çevre belediyelerin yaptığı arıtma çalışmaları yeterli düzeye ulaşmadığı için
göldeki civa ve arsenik gibi tuz üretimini düşüren, çevreyi tahrip eden
atıkların çoğalmasının önüne geçilemiyor. Kirlilik, göl suyunun görünmeyen
sakinleri mikro organizmaları tehdit etmekle kalmıyor, pelikan ve flamingolar
başta olmak üzere tüm canlıların geleceğini risk altına sokuyor. Bir süre
öncesine kadar nitelikli sofra tuzu üretimi yapılan gölden, kirlilik nedeniyle
artık yalnızca sanayi tuzu elde edilebiliyor.
Melendiz Suyu dışında birkaç küçük dere ve yeraltı tuzlu su
kaynakları ile beslenen Tuz Gölü'nde bulunan üç tuzlada Türkiye'nin yıllık tuz
ihtiyacının yüzde 64'ü olan 1 milyon ton tuz elde ediliyor.Tekel tarafından
işletilen Kaldırım, Kayacık ve Yavşan tuzlalarındaki tuz yataklarına dönem
dönem verilen doymuş tuzlu su, bir süre sonra çekiliyor. Çökelmiş olan tuz,
kazma kürek kullanılarak zeminden alınıyor, vagonetlere yüklenerek geniş bir
raylı ulaşım sistemiyle kıyıdaki depolara ulaştırılıyor. Depolarda kamyonlara
yüklenen tuz, Şereflikoçhisar'da yoğunlaşan özel işletmelere yıkattırılıyor.
5-6 havuzda tekrar tekrar yıkanan tuz çuvallanarak sanayide kullanılmak üzere
Türkiye'nin dört bir yanına dağıtılıyor. Osmanlı döneminde, kendiliğinden
oluşmuş tuz blokları kırılarak hemen gölün kıyısında satılmış, develere
yüklenerek dağıtımı yapılmış. Zaman içinde depolar oluşturulmaya başlanmış.
Göle pareli hat denilen bir ana dekovil hattı döşenmiş. Böylelikle her yıl gölün
değişik bölümlerinden tuz toplanmaya başlanmış. 1970'lere kadar uygulanan bu
yöntemin rantabl olmaması nedeniyle vazgeçilip, halen kullanılmakta olan
tuzlalar inşa edilmiş.
Bin 620 kilometrekarelik yüzölçümüne sahip olan Tuz Gölü'nün
çevresindeki yerleşimlerde tarım kültürünün ve göçün ağırlığı hissediliyor.
Göç, Türkiye'nin bir çok bölgesindeki karakteristik özelliğini burada da
koruyor. Geçmiş yıllarda farklı coğrafyalardan kalkıp gelen değişik kültürler
göl çevresinde köylerini kurmuş durumda... Kürtler, Tatarlar, Yörükler... Sonra
sıra kıtalararası göçe gelmiş. Yirmi-otuz yıldır önce büyük şehirlere, hemen
peşi sıra da Avrupa'ya yönelmiş göç dalgası. Özellikle genç nüfus hızla
azalırken, çocuk ve yaşlı nüfus ağırlığı artıyor.
Hayvancılık ve tarımsal üretimin yapıldığı göl çevresinde en
dikkat çekici yan, gölün hemen kıyısında üretilen kavun ve karpuz... Göl suyuna
bırakılan herhangi bir nesnenin çok kısa bir sürede tuzdan bir örtüyle
kaplanmasına rağmen, kıyıda yetiştirilen kavun ve karpuzların şekerpare
kıvamında bir tatlılığa sahip olması insanı hayrete düşürüyor. Tarımsal
kültürün uzantısı olarak değerlendirilebilecek olan testi yapımı da burada son
derece farklı. Ustalarının iddiasına göre yalnızca Türkiye'de değil, tüm dünya
bazında tuz testisi yalnızca burada yapılıyor. Babadan oğula geçen bu üretimin
esası, toprağa tuz katılarak, terleyebilen testiler yapmak. Bu testiler
özellikleri sayesinde buzdolabı işlevi görüyor ve yüksek sıcaklıkta dahi suyu
soğuk tutabiliyor. 200 testilik toprağa on kilo tuz katılıyor. Bu oran son
derece hassas. Tuz fazla konduğunda pişme aşamasında testi patlıyor, az
konduğunda ise teleme gerçekleşmiyor. Tuz testisinin özellikleri burada
bitmiyor. Sıradan bir testi taze suyun kokusunu ve tadını bozmadan ancak
beş-altı ay koruyabilirken, tuz testisi dört-beş yıl boyunca suyun tazeliğini
koruyabiliyor.
Tuz Gölü civarında tarihe ışık tutabilecek kalıntılar henüz
yeterince araştırılmış değil. Roma döneminde yapıldığı sanılan, gölün doğu
yakasıyla batı yakasını birleştiren kaldırımlı yol, Şereflikoçhisar ile Haymana
yönündeki Kulu arasında bir köprü oluşturuyor. Kervanların batağa
saplanmamaları için yolun iki yanına dikilmiş mermer sütunların önemli bir
kısmı halen mevcut. Yol ise yığma toprakla göl seviyesinden yaklaşık bir metre yükseltilmiş
durumda. Gölün iç kesimlerinde yer alan ve Büyük Ada denilen adada da küçük bir
kilise kalıntısı ile yine Roma dönemine ait, yol güvenliği için kurulduğu
sanılan bir muhafız barınağının kalıntılarına rastlamak mümkün. Diğer yandan,
bölgede sıkça görülen kızıl kaya dikitleri ise köylülerin iddiasına göre 1.
Dünya Savaşı'nda hayatlarını yitiren insanların mezar taşları... Çok sayıda
höyüğün de bulunduğu bölge, turistlerin de ilgisini çekiyor. Kapadokya
turlarının uğrak yerlerinden biri olan Tuz Gölü'ne gelen ziyaretçiler, berrak
suyun altında gümüş gibi parıldayan tuzun üzerinde yürürken heyecanlarını
gizleyemiyorlar.
Tedirgin adımlarının sıçrattığı su eteklerinde önce bir su
lekesi yaratıyor; bunu hiç önemsemeden gölde yürüyüşün tadını çıkartıyorlar.
Sanki dünya dışı bir coğrafyanın, bembeyaz bir gezegenin ziyaretinden
dönüyormuşçasına otobüslerine geri döndüklerinde, yavaşça kuruyan su lekesi
geride ince bir tuz tabakası bırakınca, ömürleri boyunca hatırlayacakları bir
anının billur gibi bir izini taşıdıklarını fark ediyorlar.
Yorumlar
Yorum Gönder