Anadolu'nun Altın Meyvesi Kayısı Şire Pazarı'nda
Şire Pazarı mı anlatır kayısının hikayesini yoksa kayısı mı
Şire Pazarı’nı anlatır? Kayısı, sağladığı zenginlikle söz hakkında öncelik
sahibi olabilir mi? Sanmam! Çünkü her ne taraftan bakarsanız bakın hikaye, insanın
hikayesi. İnsan aklının ve emeğinin hikayesi...
Yaşı elverenler hatırlasın 60’lı, 70’li yılları. Pazarlara
üç-dört sandık gelen bal şeker kayısılar birkaç hafta boyunca tezgahlarda altın
altın parıldardı. Birkaç kilosu evlerimize gelir, bayıla bayıla yedikten sonra,
çoluk çocuk çekirdeğinin peşine düşerdi. Ardından unutulurdu bir sonraki yaza
kadar. Kuru kayısı da kışları baş tacı olurdu, pek lezzetli kayısı hoşafı
kaynatılırdı. Tencereye atılmadan önce bir ikisini kaptın kaptın, bir daha zor
bulurdun. Sindirim sistemine iyi geldiği söylenirdi. Yedikten sonra su
içmeninse pek talihsiz sonuçları olurdu.
Nereliydi bu kayısılar? İtalyan ve Yunan menşeililer
meşhurdu fakat, Malatya kayısısı denince akan sular da dururdu. Tadı bir
başkaydı. Çok tatlıydı, kesinlikle. Fırat’ın suyundan mı, Malatya’nın
toprağından mı, artık her nedense...
O zamanlar azdı kayısı. Tarlaların sınır boylarına birer
sıra dikilirdi ağacı, hepsi o. Yapraklanmadan önce, mart-nisan gibi eşsiz
güzellikteki çiçekleriyle donanırdı dalları. Sonra mayısta patlardı meyveler
dökülen çiçeklerin yerinde. Dallar dolar taşar, temmuza doğru kayısılar iyice
ballanıp sarkardı toprağa doğru. Temmuz gibi hasat başlar, sandıklar
doldurulur, çoğu İzmir’e, kalanı da yurdun dört bir yanına doğru yola çıkarılırdı.
İzmir o zamanlar kayısının dünyaya açılan kapısıydı. Üretilen 7 bin ton
kayısının dünya piyasalarındaki değeri 80’lerin ortalarında anlaşılınca,
bereket yağdı bir anda Malatya’ya. 10 yılda üretim beşe katlandı. 20 yıl sonra
ise akıl almaz bir rekolteye ulaşıldı: 120 bin ton!
Eskiden tarla kenarlarını çeviren ağaçlar, tarlaları
kaplamıştı. Dağ taş kayısı ağacıydı artık Malatya’da. Kamyonlara tıka basa
yüklenen kayısı sandıkları Şire Pazarı’nın sokak aralarındaki sıkışık alanına
sığmaz olmuştu. Önce daha geniş bir cadde üzerine taşındı pazar. Bu da kısa
sürede yetersiz hale geldi. Üçüncü pazar yeri boş bir arazide inşa edildi.
Artık 118 tüccarın iki katlı ofisleri, Kayısı Ticaret Borsası, geniş bir mezat
avlusu, camisi, kayısı sergi alanları vardı. Yılda 100 bin ton kayısının el
değiştirmeye başladığı yerde üçüncü pazar da bu faaliyeti kaldıracak yapıda
değildi!
Nihayet dördüncü “Büyük Şire Pazarı” çok daha büyük bir
alana kuruldu. Eskisi perakendeci esnafa kaldı. Geniş avluya sepetlerle
yaydıkları kuru kayısılar, dut kuruları, ceviz içleri alıcılarını bekliyor.
Buranın müdavimleri arasında küçücük serçeler ilk sırada. Tezgahtarların bir
anlık dalgınlıklarından yararlanıp usulca yanaşıyorlar çuvallara, sepetlere.
Bana öyle geldi ki bir mutabakat hali de var esnafla kuşlar arasında. Telaşla,
öfkeyle kovulmuyorlar örneğin. Arada bir “kışt” sesiyle güvercin parlamasını
andıran şiddetli kanat çırpışlarla havalanıp, meydanda bir tur atıyorlar ve bu
kez bir başka dükkanın önünde yere konup, dutlara, cevizlere yine usul usul
yanaşıyorlar.
Üreticinin de, tüccarın da, ihracatçının da ihtiyaçlarını
karşılayabilir durumda yeni Büyük Şire Pazarı. Geniş meydandaki iki katlı
yapının altındaki üç adet borsa kantarında yıl boyunca köylülerin getirdiği
ürünleri tartılıyor. Bir hasat zamanından diğerine her sabah çuval çuval kuru kayısı geliyor satılmak üzere. Kimi köy
minibüsünün üzerine atıyor çuvalları, kimi küçük bir kamyonet tutuyor, kiminin
malı çok ya, kendi kamyonuyla böbürlene böbürlene yanaşıyor park alanına. Küçük
olsun büyük olsun mal gelince el arabalı hamallar koşturuyorlar gelenleri
yüklenmek için. Sonra doğruca kantara. Tartılıyor, fişi kesiliyor...
Ellerini arkadan bağlamış tüccarlar ağır ağır dolaşmaya
başlıyorlar çuvalların arasında. Gözlerine kestirdikleri kuru kayısıların
başında durup, önce bir avuç alıyorlar çuvalın içinden. İyi kayısının lekesi az
oluyor. Parmaklarının arasında ezip
kıvamına bakıyorlar, çok gevşek değilse sıra koklamaya geliyor. Tatlımsı koku,
iyiye işaret. Kuru kayısı kalitesinin doruk noktasına ‘ekstra’ deniyor. Bunun
tadını kaçımız biliyoruz? Çok azımız! Çünkü bu ekstra malların hemen hepsi
yurtdışına gidiyor. Şanslıysanız 1. kalite malı bulabiliyorsunuz sağda solda.
Ama genelde 2. ve 3. kalite kayısılar düşüyor payımıza. Sebep de şu; Avrupa ve
Amerika bunları kendi ülkelerine sokmuyormuş. Kükürt oranı yüksek, beneklenmiş
kayısılar en çok gümrük kapısına kadar uzaklaşabiliyormuş!
Meydandaki ışıklı tabelada günün açılış fiyatı ilan
ediliyor. Bu bir önceki günün taban fiyatı. Böylelikle serbest pazarlık usulü
için bir tedbir rakamı ilan edilmiş oluyor. Gerisi üretici ile tüccar
arasındaki fırtınaların koptuğu pazarlığa kalıyor. Bugünlerde 1. kalite kuru
kayısı 3.60 YTL civarında alıcı bulabiliyor. Bazı senelere göre düşük bir fiyat.
Üretici şikayetçi. Nasıl olmasın! Öylesine yoğun emek ile yapılan bir üretim ki
bu! Kış boyunca ağaç diplerinin havalandırılması, soğuğa ve böceklenmeye karşı
sürekli ilaçlama, çiçeklenme süresince “don olur” endişesiyle bekleyiş, çiçek
meyveye döndükten sonra yağmurun lekelemesinden korumak için ilaçlama, üç
aşamalı toplama evresinde ağaç altlarına ağlar kurma, özenle, dikkatle ağaç
silkme, toprağa değdirmeden zedelemeden toplanan kayısının güneşe serilmesi,
birkaç gün sonra kükürt odalarına dizilmesi, yine birkaç gün sonra ikinci kez
güneşe serme, tek tek çekirdeklerinin “pırtlatılması”, uygun koşullardaki
depolara kaldırılması ve nihayetinde parti parti satışa çıkartılması... Süreç
boyunca yapılanları sıralamak bile yapılan işin zorluğunu gösteriyor.
Kuru kayısının üretiminde kükürt çok önemli bir etmen. Hem
altın sarı rengini korumasını hem de uzun süre bozulmamasını sağlıyor kükürt.
Uygun miktarlarda kullanıldığında insan sağlığı için bir sorun oluşturmadığı
söyleniyor. Ancak oran arttıkça sorun başlıyor. Bu yüzden belli bir oranın
üzerinde kükürt içeren kayısılar AB ve ABD tarafından alınmıyor. Kükürt
kayısıya hafifçe ekşi bir tad da veriyor. Kimi üreticiler daha sağlıklı fakat
buna karşın daha riskli olan doğal yöntemleri tercih edebiliyorlar. Kükürt
odasına girmeyen kayısı hızla kararıyor ve uzun süre dayanamayıp çürüyor. Bu
kısa dönemde tüketim için piyasaya sürülen koyu renkli kayısıların tadı
gerçekten eşsiz.
Hacıhaliloğlu, Kabaaşı, Hasanbey... Malatya’nın gözde kayısı
türlerinden bir kaçı. Bir yandan sofralarımızı lezzetlendiriyor, bir yandan da
sağlığımıza katkıda bulunuyor. Beynin düzenli çalışmasını sağlıyor, karaciğerin
hasarlarını onarıyor, kemik ve dişlerin güçlenmesine yardım ediyor, kan
üretimini arttırıyor, onikiparmak ülserinin oluşumunu engelliyor, oluşmuş
ülserin iyileşmesine yardım ediyor, cinsel gücü arttırıyor, kansere karşı
koruyucu etkiler gösteriyor, sindirim sistemini rahatlatıyor. Üstelik yalnızca
kuruyemiş gibi yemenin yanı sıra yemeklere de katılabiliyor kayısı. Kayısılı patates
dolması, kayısılı badem ezmeli tart, kayısılı taçin, kayısı terrine, bademli
malatya kayısı dolması, hamura sarılı kayısılı piliç Malatya mutfağının baş
tacı yemekleri arasında. Afiyet olsun!
Yorumlar
Yorum Gönder